31 Aralık 2010 Cuma

Kristof Kolomb Amerika'yı keşfe çıktığı ilk yolculuğunda 50 yaşını çoktan aşmış   durumdaydı.
Pasteur kuduz aşısını bulduğunda 60 yaşındaydı.
Mimar Sinan, Süleymaniye Camisini bitirdiğinde 70 yaşını geçmişti. Selimiye camisini tamamladığında ise yaşı 80 olmuştu.
Galileo, ayın günlük ve aylık çizimlerini yaparken 73 yaşında idi.
Charlie Chaplin, 76 yaşında film yönetmenliği yaparak hala işinin başındaydı.
Goethe, en büyük eseri Faust'un ölümünden bir yıl önce, yani 82 yaşında bitirmişti.
Nobel ödüllü Alman doktor Albert Schweitzer 88 yaşında ameliyat yapıyordu.
Ressam Titian 99 yaşında "Lepanto Savaşı" adlı ünlü tablosunu tamamladı.
Dört defa İngiltere başbakanı seçilen Gladstone, son kez göreve geldiğinde yaşı 83'tü.
Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar. Nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler.
Beynimiz yeni tecrübeler keşfettiği  (bilgiler ürettiği) sürece insan genç sayılır.


Başarılı bir başangıç için ilk 90 gün..

Harika bir ise kabul edildiniz ve ise ilk baslayacaginiz gun gittikce yaklasiyor. Gorusmeler suresince yeni isverenlerinizin gozunde iyi bir izlenim yaratmayi basardiniz. Ayni izlenimi elbette ise basladiktan sonra da surdurmek istiyorsunuz. Peki bunu nasil yapabilirsiniz?

Yogun is gorusmeleri sonrasinda isinize baslamak uzeresiniz. Yeni isverenlerin potansiyelinizi gordugunu, yetkinliklerinizi uygun buldugunu biliyorsunuz. Diger bir deyisle, onlari etkilemeyi basardiniz ve onlar da sizi ise aldilar. Artik onemli olan, yarattiginiz olumlu izlenimi devam ettirerek isinizde basarili olmaniz. Bu surecte de ise baslamanizi takip eden ilk aylar cok onemli. Iste
Amerikali uzman Susan W. Miller’dan, ilk birkac ayinizi basariyla tamamlayabilmeniz icin oneriler...


İlk aylar neden önemli?

Uzmanlar, bir calisanin ilk 90 gundeki davranislariyla hatirlandigini soyluyor. Zorlu ise alim sureclerinden gecip ise kabul edildiginizde bunun, bir son degil bir baslangic oldugunu bilmelisiniz.    
Cunku ilk aylar boyunca sadece sizi ise alan kisiler veya yoneticileriniz degil, is arkadaslariniz ve tum diger calisanlar tarafindan siki bir gozlem altinda tutulacaksiniz.Yoneticileriniz performansinizi ve is ortamina uyumunuzu degerlendirirken, is arkadaslariniz da giyiminizden davranislariniza, telefonda konusma tarzinizdan, yemek yiyisinize kadar tum ayrintilari degerlendiriyor olacak. Ama hemen panige kapilmayin. Bazi basit noktalara dikkat ederseniz her calisanin yasadigi bu sureci sizin basariyla atlatmaniz mumkun.

Gec kalmamaya buyuk ozen gosterin

Trafik veya cesitli aksilikler nedeniyle hepimiz zaman zaman isimize gec kalabiliriz. Ancak ise başladığımız ilk günlerde bu aksilikleri en aza indirgemek için çok büyük özen göstermeliyiz. Çünkü
profesyonelliğin ve güvenilirliğin en önemli göstergesi, dakikliktir
. Bunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Aksilikleri en aza indirgemek için alınacak baslıca önlem, ev ve is arasındaki mesafeyi ve zamanı iyi ayarlamaktır. İlk günlerde evden yârim saat kadar erken çıkarak vaktinde iste olmayı garantileyebilirsiniz. Eğer şirketin sağladığını servis araçlarını kullanıyorsanız, ayni özeni servis saatlerine de göstermelisiniz.

İse karsı isteğinizi belli edin
Yeni is ortamınıza ve görevlerinize alışmak zor olabilir. Ancak bu zorlukların sizi yıldırmasına izin vermemeli, her zaman güler yüzlü olmalısınız. Bununla beraber enerjik ve öğrenmeye acık olduğunuzu sözlerinizle ve davranışlarınızla göstermelisiniz.
 

Soru sormaktan çekinmeyin 

Öğrenmeniz gereken birçok şey olacaktır. Kahve makinesi veya bilgisayarınızla ilgili ayrıntılardan, şirket içindeki görev dağılımlarına kadar birçok konuda bilgi edinmeniz gerekecek. Bu konularda çalışma arkadaşlarınızdan yârdim istemekten çekinmeyin. Olumsuz tepkiler alıyorsanız, doğru kişiye sormuyorsunuz demektir. O zaman da doğru kişinin kim olduğunu bulmak yolundaki çalışmalarınıza devam edebilirsiniz.
 

İyi bir dinleyici olun

Sorduğunuz soruların yanıtlarını çok iyi bir şekilde dinleyin. Bilmediğiniz konularda da yorum yapmaktan ve fikir yürütmekten kaçının. Unutmayın, ilk aylarınızda iyi bir dinleyici olmak, size ileriki zamanlarda büyük avantajlar sağlayacak.
 Bir arkadaş çevresi oluşturun


Uzmanlar, işyerinde en önemli ilişkilerinizin, resmi olmayan ilişkiler olduğunu soyluyor. Is arkadaşlarınızla iyi ilişkiler kurmaya özen gösterin. Örneğin öğle yemeğine çıkma tekliflerini asla reddetmeyin. Hatta siz onları davet edin. Ofis içindeki küçük sohbetlerde de yerinizi almaya calisin. Yeni insanlarla tanışıp arkadaşlık kurma bazıları için çok kolay ve kendiliğinden bir davranıştır. Siz bu kişilerden biri değilseniz, özel caba göstererek is arkadaşlarınızla iyi ilişkiler kurmalısınız. Unutmayın, is arkadaşlarınız en iyi güvenlik ağınızdır.


 İslerin nasıl yürüdüğünü öğrenin

Yeni işvereninizin en önemli ürünlerinin ve hizmetlerinin neler olduğunu çok iyi bir şekilde anlamalısınız. Genelde bir şirketin kalbi satış ve müşteri ilişkileri bölümünde atar. Bu bölümlerde görevli olmasanız bile satış faaliyetlerini yakından takip etmeye calisin. Örneğin, insan kaynakları gibi, şirketin ürünlerini satmakla sorumlu olmadığınız bir alanda çalışıyor bile olsanız bile şirketin amaçlarını biliyor olmak, iyi bir izlenim bırakacak ve isinizi daha iyi bir şekilde yapmanıza yardımcı olacaktır. Bu tur bir yaklaşım sizi farklılaştıracak ve isinizden daha fazla zevk almanızı sağlayacaktır.


 Yöneticinizin beklentilerini öğrenin

İlk toplantılarınızın birinde yöneticinize, isinizin ilk aylarında size ne gibi hedefler çıkardığını sorun. Bu soru aslında görüşmeler sırasında da sorulmuş olabilir ama ise başlayınca bazı planlarda değişiklik olabilir. Ancak bazen yöneticiniz sizden beklediklerini tam söylemeyebilir veya henüz ayrıntılı bir planı olmayabilir. Görüşmeden somut bir amaçlar listesiyle dönmeseniz bile, önceliklerinizin neler olduğu konusunda bir fikre sahip olmaya çalışmalısınız



Hepimiz, bazı öğrencilerin ve genç profesyonellerin çok başarılı olacaklarını, fakat onlar kadar parlak olan diğerlerinin o kadar başarılı olamayacaklarını fark ederiz. Bu neden böyle oluyor? Neleri farklı yapıyorlar?

Başlamadan önce, başarının göreceli ve çok boyutlu bir kavram olduğunu itiraf etmeliyim. Çoğumuz işkoliğiz ve başarıyı çok dar anlamıyla, arkadaş olarak başarılı, hayattan keyif almakta başarılı, kişisel gelişimde başarılı olarak tanımlıyoruz

Düşüncelerimi, başarıya ilişkin "on üç kural" olarak berraklaştırmaya çalıştım. Bunların hiçbiri kesin değil. Kişisel olarak ben, bu kuralların birini ya da daha fazlasını her gün ihlal ediyorum. Ama kurallara uyduğumda, uymadığım zamanlara nazaran işlerin çok daha iyi gittiğini fark ettim. Aynı zamanda, öğrencilerin bu kurallardan ne kadar fazlasına uyarlarsa, başarılarının da o kadar arttığını fark ettim.
Kural 1. Sadece sonucu değil, süreci de önemseyin

Çok azımız birden bire başarılı olmuşuzdur. Çoğunlukla küçük parçalar tırtıklarız ve parçalar teker teker yerlerine yerleşirler. Becerilerin ve bilgilerin, beklenmedik şekillerde birleşmeleri gibi, küçük gibi görünen şeyler sonunda çok önemli olabilirler. Hangi davranışlarımızın, belirli bir zamanda kariyerimize ne gibi katkılar sağlayacağını yormamak mümkün değildir.

Bu, bir sorun yaratır. Eğer başarı, bir sonuç olarak çok önemliyse, genellikle bizi o başarıya ulaştıracak olan süreci önemsemeyiz. Mesela bir hocanın, "ilgisiz" bir entelektüel alanla ilgili ilginç bir konu ortaya attığını düşünelim. Eğer öğrenci, daha çok elde edeceği sonuca odaklanan bir öğrenciyse, entelektüel olarak kendini konuya kapatma eğiliminde olacağı için, bu konuda daha sonra önemli olabilecek bazı şeyleri öğrenme fırsatını kaçırmış olacaktır.

Başarılı öğrencilerde, bu gibi durumlara açık olmalarından ve genel olarak işi önemseme eğilimlerinin bir sonucu olarak, nitelikteki tutarlılıktan kaynaklanan bir zenginlik gözlenir. Başarılı profesyonellerin çoğu, alanla ilgili geniş bir yelpazedeki konuları önemserler ve görevin taşıdığı değeri vurgularlar. Her zaman sonuca doğru ilerlerler ama sürecin değerini unutmazlar.

Bunun için tercih ettiğim bir kelime var: Oyun. Bu kelimeyi, görevi önemsiz göstermek için kullanmıyorum. Bunu, davranışı sürdüren ve kalitesinin yüksek tutulmasını sağlayan sonuçların kaynağına işaret etmek için kullanıyorum. Bir gazete tartışma grubuna gitmenin, bir toplantıya katılmanın ya da araştırma yapmanın en geçerli nedeni, oyunu profesyonel olarak oynamaktır. "En iyi" yol budur, çünkü kalite sürecine bir oyuncu gibi katılım genellikle hemen mümkün olabilir.

Bu faaliyetlerin somut sonuçları (örneğin iş, para, saygınlık, övgü) elde edildiğinde, eğer elde edilirse, küçük, ince ve gecikmiş olabilir. Eğer faaliyetlerinizi sürdürmek için bu sonuçlara güvenecek olursanız, yaptıklarınızdan vazgeçmeniz işten bile değildir.

Ay Gould, kişinin entelektüel oyunu ciddiye almasının sonucunda ne olacağına ilişkin iyi bir örnektir. Evet, o bir paleontolojisttir. Ama aynı zamanda kendisi, psikoloji, beysbol, mimari ve aydınlanma çağının insanlar için anlamıyla ilgili çok güzel yazılar da yazmıştır. Onun akademik oyundan çok keyif aldığı açıktır. Bütün oyunlarda olduğu gibi, kurallara uyar; yani delillerini bilir. Çalıştığım en iyi öğrenciler, sabah 3'e kadar bir yerel grup için hazırladıkları sunumu düzeltmeye çalışan ya da benzeri şeyler yapan insanlardı. Olayı genel olarak değerlendirirseniz, aslında yaptıkları iş çok da önemli değildi ama onlar, o görevin kendisini önemli görüyorlardı. Asıl önemli olan nokta, aynı özeni komik bir şiir yazarken de, bilim felsefesinin pek de önemli olmayan bir konusunu tartışırken de göstermeleridir. Stepken Ay Gould'un da böyle bir öğrenci olduğunu tahmin ediyorum.
Kural 2. Konuşun ve yazın - bunu çokça yapın

Bilim, sözel bir iştir. Başarılı bilim adamları konuşmalı, yazmalı, ikna etmeli ve tartışmalıdır. Profesyonel sözel davranışta beceri kazanmanın tek yolu onu uygulamaktır. Sınıfta konuşun. Sohbetlerde konuşun. Koridorlarda konuşun. Dinleyin ve cevap verin. Varsayımlarda bulunun ve düşünün.

Tartışın. Düşünceleri paylaşın. Eğer söyleyecek bir şeyiniz olduğunu düşünüyorsanız, söyleyin. Söyleyeceğinizin söylemeye değip değmeyeceğinden emin değilseniz bile söyleyin. Kronik korku dolu sessizlik, genç bir bilim adamının en kötü düşmanıdır ve bu, şaşırtıcı derecede yaygındır. Bölümümüze aldığımız olağan üstü parlak öğrencilerimizin en az yarısı sınıfta çok nadir konuşurlar ve bu, eğer devam ederse, feci şeylerin habercisidir.

Bazen düşünme sessizliğinin iyi bir şey olduğu tabii ki doğrudur. Ne zaman dinlenmesi gerektiğini ve ne zaman konuşulması gerektiğini ayırt etmeniz gerekir. Ama doğrusu bir gevezeyi susturmak, bir dilsizi konuşturmaktan çok daha kolay olduğundan, ayırt etmeyi öğrenmeye, bu skalanın geveze ucundan başlanırsa daha kolay olacaktır.

Aynı şey yazıda da geçerlidir. Kolayca yazabilmek deneyimlerle gerçekleşir. Ama öğrencilerin çoğu bu "deneyimlerin" okumayı, düşünmeyi, taslak çıkarmayı ya da planlamayı içermesi gerektiğini düşünüyorlarmış gibi görünüyor. Onlar da önemli ama profesyonel yazına hâkim olabilmek için yazmak gerekir. Kelimeleri kâğıda geçirmeniz ve onları da başkalarına sunmanız gerekir.

Bunu yapmanın birçok yolu var. Mesela sınıf ödevi olarak bir şey yazarken, onu yayınlayacakmışsınız gibi yazın ve sonra da yayınlamaya çalışın.
Kural 3. Kolaylıkla evet deyin ve yapın

Kariyerinizin başındayken kendinizi değişik şeylere maruz bırakın. Repertuarınızı genişletin. Biri iyi bir projeden bahsedince "haydi yapalım" deyin. Eğer biri bir proje için sizden yardım isterse evet deyin. Sonra da yardım edin. Sizden beklenenden fazlasını yapın. Eğer sizden bir bilgisayar programı geliştirmeniz bekleniyorsa, bunu sonraki hafta yerine hemen ertesi gün hazırlayın ve programa değişik sesler de ekleyin. Eğer sizden laboratuarı düzenlemeniz istendiyse, bunu ayrıntılı ve itinalı bir şekilde yapın.
Kural 4. Başkalarıyla çalışın ve kolayca paylaşın

Başkalarından çok şey öğrenebilirsiniz. Sizin ilerlemenize yardımcı olurlar ve size yeni şeyler öğretirler. Yani işbirliği yapın. Takımlar oluşturun. Bir ağ kurun. Talep ettiğinizden daha fazlasını verin.

İşbirliğini engelleyen şey, katacağınız hiç bir şeyin olmadığını düşünmeniz ya da (daha kötüsü) başkasının sizden daha kazançlı olacağını düşünmenizdir. Başkasının daha kazançlı olması mümkündür ama bunun engellenmesinin hedeflenmesi işbirliğini öldürür. Yazar adlarının sıralanması konusunu zamanı gelince düşünün ve zamanı gelince de bu konuda rahat olun. Olaya geniş bir perspektiften bakacak olursanız, ikinci yazar yerine üçüncü yazar olmanız fazla bir şey fark ettirmez.

Benzer bir şekilde, eğer başkaları sizin düşüncelerinizi kullanacak olursa, başkalarının size öğrettiklerinden faydalanabilirseniz, o düşünceyi ürettiğiniz gibi bir sürü başka düşünce de üretirsiniz.
Kural 5. Sözlerinizi tutun

Bu en önemli kuraldır. Bu kural, başarılı öğrenciyi başarısız öğrenciden en iyi ayıran kuraldır; ama kuralı uygulayana kadar değeri anlaşılmaz. Bu nedenle verdiğiniz sözü tutmanın mutlaka bir yolunu bulun. Bir program hazırlayın, ölüm-kalım meselesi yapın, büyükannenizin fidyesi olarak düşünün. Yapın. Tabii ki kimse her zaman verdiği sözü tutmaz. Tamam, o zaman, tutmadığınızda geri dönün ve kesinlikle tutun. Ben hemen her gün bunu ihlal ediyorum ama yine de sözümü tutmak için bir savaş veriyorum.
Kural 6. Köpekler bile hiç kendi yataklarına işemezler

Bir anlamda, başarının sonucu esas olarak sosyaldir: İnsanlar sizinle ve çalışmalarınızla ilgili olumlu şeyler düşünürler. Ama hepimiz başarısızlıktan korkarız. Öğrencilerin omuzlarında, bağımlılık ve bir dereceye kadar güç sahibi olmamayla karışık fazladan bir yük vardır. Alaycı olma, eleştirme, paranoya, dedikodu ve bunun gibi şeyler, bu korku ve yükle başa çıkmada berbat yollardır. Mesela öğrenciler, kendi aralarında programları veya hocaları ile ilgili şikâyetçi olurlar. Ama bir şeyler yapılabilecek ortamlarda bu şikâyetlerini açıkça dile getirmezler. Hepiniz, işlerin kötü gittiği, kimsenin bu standartları karşılayamayacağı, hocaların da zaten ahmak oldukları gibi konularda hemfikir olduğu bir grup oluşturmaya başlarsınız (mesela burslu öğrenciler olarak).



Sonuç şudur: (a) başarının sosyal faydalarından çok az yararlanılır (sözel olarak destekleyici bir grup) ama başarı görülmez, (b) daha büyük, sözel bilimsel grubun ve içinde yer aldığınız programın kontrolü azalır, (c) haklı olarak o programda kendinizi kötü hissedersiniz. İşe yaramayan şeylerin desteklendiği sosyal bir grup oluşturursunuz. Bu, iyi hissettirir ama hiç bir yere gotürmez.

Bu sürecin birçok öğrencinin eğitimini mahvettiğini gördüm. Bazen bir ya da iki yıl sonra olan bitenin farkına varıp kendilerini bundan çekerler, bazen de programı bırakırlar. En trajik olanlarsa, eğitimlerine isteksizce (ama gizli ve haklı bir öfke ile) devam edenler ve yıllar sonra fırsatları kaçırdıklarını fark edenlerdir. Çözüm sadece, bunu yapmayı reddetmek, başkaları sizi bunun içine çekmeye çalıştıklarında arkanızı dönüp gitmek ve kariyerinizle ilgili olarak sorumluluk almaktır. Sonuçta köpekler bile hiçbir zaman kendi yataklarına işemezler.
Kural 7. Kendi gücünüzü tanıyın ve ona göre davranın

Size inanılmaz birşey söyleyeyim: Çok farklı bir alana geçebilirsiniz. İyi iş çıkartmış olmak için abartılı miktarlarda paraya ve zekâya sahip olunması gereken alanlardan bahsetmiyoruz. Burada genç ve ulaşılabilir, herkesin değişiklikler yaratabileceği alanlardan bahsediyoruz. Gerçekten başarısız olan bir öğrenci ya bundan korkarak geri çekilecek (bkz. Kural 6) ya da ulaşılmaz hayaller peşinde koşacaktır. Başarılı öğrenci ise kendi gücünü tanır ve onu ortaya koymak için kararlı ve büyük bir çaba harcar.
Nelson Mandela, bir açılış konuşmasında benim çok sevdiğim bir noktaya parmak bastı:

En derin korkumuz, yetersiz olmamız değildir. En derin korkumuz, ölçülemeyecek kadar güçlü olmamızdır. Bizi en çok korkutan şey karanlığımız değil, ışığımızdır. Kendimize "ben kim oluyorum da çok parlak, muhteşem, yetenekli, şaşırtıcı oluyorum?" diye sorarız. Aslında siz kimsiniz de bunların hiç biri DEĞİLSİNİZ? Siz, tanrının çocuklarısınız. Küçük işlerle oyalanmanız dünyanın bir işine yaramaz. Etrafınızdakiler güvensiz hissetmesin diye kendinizi çekmenin hiçbir zekice tarafı yok. Biz, tanrının içimizdeki pırıltısını açığa çıkarmak üzere dünyaya geldik. Bu pırıltı sadece bazılarımızda değil, her birimizde mevcuttur. Ve biz, ancak kendi ışığımızın parlamasına izin verdikçe, başkalarının da aynı şeyi yapmasına imkân sağlayabiliriz. Biz kendi korkularımızdan kurtulup özgürleştikçe, varlığımız başkalarını da özgürleştirir.
Kural 8. Kendi sınırlarınızı tanıyın ve ona göre davranın

Bu gezegende ne kadar zamanınız olduğunu bilmiyorsunuz. Kaç yılınız olursa olsun, zaman, kesinlikle kısıtlı. Öğrencilerime, bu durumun araştırma alanında farkına varıp hem eğlenceli hem de önemli çalışmalar yapmalarını söylerim. Mesela bazen zayıf öğrenciler, sanki yaratabilecekleri en iyi şey oymuş gibi (bkz. Kural 7) ya da çok zamanları varmış gibi, başka birinin literatürde yapmış olduğu bir araştırmanın, ufak tefek değişikliklerle tekrarı olacak fikirlerle geliyorlar. Bu durumda öğrencilere şunu sorarım: Ölene kadar sadece iki ya da üç araştırma yapma şansınız var. Bunlardan birini bu araştırmayla harcamak ister misiniz? Başarılı öğrenciler, zamanlarını bir değişiklik yaratmak için kullanırlar.
Kural 9. Sizden daha iyi olanlarla iletişim ağı oluşturun

Öğrencilerde, kendilerinden daha tecrübeli ve çok başarılı profesyonelleri, iki hatalı şekilde düşünme eğilimi vardır: Onları ya kusursuz ve ulaşılmaz ya da bir kenara atılması gereken dinozorlar olarak düşünürler. Genellikle başarısız öğrenciler ilk hataya, başarılı öğrencilerse ikinci hataya düşerler. Ama en çok işe yarayan bakış açısı, onları çabalayarak ve ter dökerek saygınlık kazanmış, bir şeyler öğrenilebilecek insanlar olarak görmektir. Birkaç istisna dışında, tanınmış profesyonellerin hepsi sevilesi, çok çalışan ve zeki insanlardır. Bu, şaşırtıcı birşey değildir, çünkü eğer öyle olmasalardı, tanınmış olmazlardı. İnsanlar aptalların başarısız olmalarını sağlamaya çalışırlar ve aptal ya da tembel insanlar çok nadir olarak zamanın sınavından geçebilecek düşünceler üretebilirler. Başarılı öğrenciler, başarılı insanlar tanımak isterler; onlarla konuşmak, etkileşime girmek ve onları dinlemek isterler. Bir düşünce diyaloğuna girmek isterler. Başarısız öğrencilerse çok korkarlar, ilgilenmezler ya da sadece gösteriş yapmak isterler.

Alanın önde gelen isimlerini tanıyın. Konuşmalarını dinleyin. Kokteyl partilerinde onlarla konuşun. Onlara yazın. Eğer uygun olursa, kendi çalışmalarınızı onlara yollayın. Hoş, zeki ve çalışkan insanlar, kendilerinden birşeyler öğrenmek için en iyi insanlardır.

Bu ağ, düşünceleriniz için bir arena oluşturmanıza yardım edecektir. Başarılı öğrenciler, entellektüel bağlantılarını oyun oynamak için bir fırsat yaratma yönünde kullanma eğilimindedirler. Mesela henüz eğitimlerinin başında olan öğrenciler bile bir sempozyum düzenleyip buna katılabilirler. Eğer tanınmış kişilerin sizin sahnenizde oynamalarını sağlayabilirseniz bu, sizin konuşmanızı daha iyi bir hale getirecektir. Sonuçta yapmanız gereken tek şey iyi bir atış yaparak düşüncelerinizi başkaları ile paylaşmak üzere bir ağ kurmak.
Kural 10. Doğrularınızı koruyun

Anonim söylemler bize, öğrencilerin okulda bir dönem kopya çektiklerini söylerler. Bu belki bir sınavdan geçebilmek içindi, belki de bir ödevden daha yüksek not alabilmek içindi. Şu anda eğitim gören öğrenciler, bilimin bu tür şeylerin üstünde olduğunu biliyorlar ama biz, onları kopya çekmeye yönelten, insanoğlunun gerçekleri ile ilgili çok az kafa yoruyoruz; bunun yerine olanları "ahlaklı" kılmaya çabalıyoruz. Bilimde sahtekarlık çok nadir olarak konu edildiği için öğrenciler, araştırmada sahtekarlık yapmanın aslında ne kadar sapkın bir eğilim olduğunu fark etmezler.

Özellikle başarılı olmak isteyen insanlar hatalı veri oluşturmak üzere değiştirmeler yapmak ya da sahtekarlıklar konusunda zan altındadırlar. O makaleyi yayınlatmak ya da şu ödülü kazanmak için uçlardaki birkaç veriyi atmak ya da veriler toplandıktan sonra önemli bir kriteri iptal etmek cazip gelir. Genellikle bunu açıklayabilirsiniz ama gri ödünlerin gölgesi, siyah ve beyaz sahtekarlığa yol açabilir. Bu şekillendirme işlemi nedeniyle çok başarılı kariyerlerin yok olduklarını gördüm.

Buna bir önlem olarak, sonuç yerine süreç üzerinde odaklanmak faydalıdır (Kural 1). Köşelerin törpülenmesine neden olabilecek içsel baskılara, özellikle sonuca odaklanmış olma durumuna dikkat edin. Mesela hiçbir zaman "x'i göstermek" için bir çalışma yapmayın. Eğer böyle bir ifade kullandığınızı fark ederseniz, hemen kendi kendinizi düzeltin. O ifadeyi "x'in öyle olup almadığını görmek" olarak düzeltebilirsiniz. Belli bir sonuca ulaşmak isteme ya da haklı çıkma isteği, sizin düşmanınızdır. Bulma isteği, sizin dostunuzdur.

Bir an için işin diğer bir önemli yanı olan bilim tüketicileri yerine öğrenci bilim adamlarına odaklanacak olursak, bilimsel sahtekarlığın en vahim sonucu aslında yok olan kariyerler değildir-sonuçta sahtekarların çoğu paçayı kurtaracaktır. Bunun bedeli şudur: Doğrularınızı azıcık bile çiğnerseniz, yaptığınız faaliyetin, sizin için daha zayıf bir içsel pekiştireç haline geldiğini görürsünüz: Her zaman bu böyle olmuştur. İş oyun olmaktan çıkar, diğer uçta birşeyler ifade etmeye başlar. Bu durumda, bilim artık eğlenceli değildir.
Kural 11. Mutluluğunuzu ve huzurunuzu koruyun ve sürdürün

Başarılı öğrenciler kendilerine güvenirler. İlle de güvenli hissederler demek istemiyorum. Mutluluklarını takip ederler demek istiyorum: Kendilerine karşı dürüsttürler. Bu, kendine güvendir. Eğer tuhaf bir ilgiler karışımına sahipseniz, birisi ilginizi daha güvenli bir noktada odaklamanız gerektiğini söylese de vazgeçmeyin, bu sizi yeni ve heyecan verici birşeye gotürebilir. Riske girin. Eğer bu durum sizi endişelendiriyorsa, kendinize küçük bir güvenlik ağı oluşturun; fakat, size önemli gelen şeyi çiğneyip geçmeyin. Bu çiğneyişi çok ağır ödersiniz çünkü bu, sizin bilimsel eğlence pusulanızı kaybettirir. Bir pusulanız olmadan kaybolabilirsiniz.
Kural 12. Kolayca hayır deyin ve dediğinizi yapın

Kariyeriniz ilerledikçe, doğal olarak odaklanacaksınız. Kaliteyi elde tutmanın tek yolu budur. Odaklandıkça, hayır demeyi öğrenin. Öncelikler belirleyin. Onlara uyun. Ben hala bu kuralı öğreniyorum (aslında bunu ne kadar yaparsam, talepler ve dikkatte dağılmalar da artıyor, böylece Kural 5'in %100 olabilmesi için, Kural 12'ye asla yeteri kadar sahip olamıyorum).

 Çeviri : Psk. Benek Altaylı/Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü


KÜÇÜK ŞEYLERİ DERT EDENLER....

*KUSURSUZ OLAMAYACAÄžINI KABULLENMEYENELER...

*OLUMSUZ DÜŞÜNCE KARTOPUNU ÇIÄž GİBİ BÜYÜTENLER...

*HAYATLARI BİLGİ TOPLAMAKLA GECENLER...

*SABIRSIZLAR..

*GERCEÄžİ KABUL ETMEK İSTEMEYENLER..

*GÜLÜMSEMEYENLER...

*KENDİLERİNE ZAMAN AYIRAMAYANLAR...

*İŞE MUHATABINI ANLAMAYA CALIŞARAK BAŞLAMAYANLAR...

*İYİ BİR DİNLEYİCİ OLAMAYANLAR..

*TENKİT İSTEÄžİNİ BASTIRAMAYANLAR....

*ÖÄžRENME ZAHMETİNE KATLANAMAYANLAR....

*ERKEN KALKMAYA ALIŞMAYANLAR,SEHER VAKTİNİ UYUYARAK GEÇİRENLER...

*İNATÇILAR....

*PLANLARINDA ESNEK OLMAYANLAR....

*MASUMİYETİ DEÄžİL,GÜÇLÜLÜÄžÜ GÖRMEYE ÇALIŞANLAR..

*OKUMA ALIŞKANLIÄžINI KAYBEDENLER...

*ÖFKESİNİ YENEMEYENLER....

*’’BU DA GECER YAHU’’DİYEMEYENLER....

*İRADESİNE HAKİM OLAMAYANLAR....

*HERKESİN ONAYINI ALMAYA ÇALIŞANLAR.....

*AYNI ANDA BİR KAÇ ŞEY YAPMAYA ÇALIŞANLAR....

*KARMAŞANIN ORTASINDAKİ SÜKÜNET NOKTASINI BULAMAYANLAR....

BÖYLE İNSANLAR BAŞARILI OLAMAZLAR.........



BELLİ BİR HEDEFİNİZ VAR MI ?

başarı aynı yönde sonuna kadar gitmektir. “Nereye gideceğini bilen kişiye yol vermek için dünya bir yana çekilir.” Hangi yönde nereye kadar gidiyoruz? Tam olarak ne istediğinizi bilirseniz, çevrenizdeki güçler size nasıl yardımcı olacaklarını bilirler. Zihninize ne yapmak istediğinizi söylerseniz onu yapmak için çalışır.
“Nereye gideceğini bilmeyen gemiye hiç bir rüzgar fayda vermez.” sözü hedefsizliğin gerçek sonucunu ortaya koyuyor. Ne yapmak istediğinizi bilmiyorsunuz, ama çevrenizde binlerce fırsat rüzgarı uçuşmaya devam ediyor. Hedefiniz yoksa fırsatları nasıl kullanacağınızı, yelkenlerinizi ne şekilde ayarlayacağınızı bilemezsiniz.

Kendilerini başarısızlığa mahkum edenler hedefi, zihinde dolaşıp duran hayallerle karıştırırlar. İsteklerin, dileklerin hedef olduğunu sanırlar. Sonuçta hedefsizliklerini değil de talihsizliklerini suçlarlar. Onlara, isteseler neler yapabileceklerini söyleseniz, inandıramazsınız. Büyük işler başaranların, bunu sadece hedeflerine borçlu oldukları konusunda ikna olmazlar.
Her başarı, sahibinin bizzat kendisinin ürettiği bir şaheserdir. Başkasının ürettiği eseri satın alabilirsiniz, ancak kendi başarınızı satın alamazsınız. Uzun bir yolculuğa çıktığımızda mutlaka dikkate almamız gereken bir gerçek var: Öncesinde acı tattırmayan sonrasında zevk tattıramaz. Hamuruna alın teri damlamayan bir bina gösteremezsiniz. Ağlamamışsanız gülemeyeceksiniz. Uykularınız hiç kaçmamışsa, huzurlu uykulara kavuşamayacaksınız. Denizlerin derinlerindeki inciye ulaşmak istiyorsanız, derinliklerde dolaşmayı ve ahtapotla yüzleşmeyi göze almalısınız. Merak etmeyin, başaranlara zarar vermeyen acılar size de zarar vermeyecektir. Hedef belirleyebilmek için uykusuz kalmanız gerekiyorsa bunu göze alın.

Hedef sahibi olduğunuzda tüm duruşunuz ona hizmet edecektir. Geçen tüm saniyelerinizde zihniniz hedef üzerinde düşünecek, konuşmalarınızı, ilginizi ve öğreniminizi hedefiniz belirleyecektir. Böylece dikilen bir ağacın beslenerek büyümesi gibi, hedeflerle dolu bir zihinde yaşatılan arzular içten içe inşa olmaya ve yeşermeye devam edecektir. Hedefsiz insan kökleri kesilmiş ağaç gibidir, yeşermez. Kökleriniz canlı mı? Her gece uyumadan önce, sulanmak isteyen büyük bir hedef kendisini size hatırlatıyor mu?
Hedef üzerinde çalışırken dikkat etmemiz gereken belli kurallar vardır. Bu kuralları sistemli şekilde uygulayabildiğimiz ölçüde hedefimiz elimize verilecektir.

“Hiç kimse bir şeyi elde edebileceğine inanmadığı sürece onu elde etmeye hazır değildir. Ne kadar hazır olduğunuzu ne kadar arzuladığınız belirler

İlim
    1. Gayesiz olmayız. Gayesiz olmak ot olmaktır. Yaradılış amacız üzerinde kafa yorunuz. Kâinat içerisinde insanlığın, insanlık içerisinde mensup olduğunuz milletin, milletin içerisinde şahsızın görev ve sorumlulukları üzerinde düşününüz. Rolünüzü iyi oynamak, onun ne olduğunu bilmekle mümkündür.

    2. Kendinizi tanıyız. Her şey sizde başlıyor. Mahlukatın ekseni olduğunuzu unutmayız. İnsan hem yoldur, hem yolcu. Yolcu yolu tanımak istiyorsa kendisini tanımalıdır. Meziyetlerini, ayrıcalıkları, zaafları... Sorumlulukları, hakları...

    3. İnsanı tanımaya kalkanlar, öğrenme kabiliyetinin insanı insan eden temel ayrıcalık olduğunu farkedeceklerdir. Diğer tüm meziyetlerinin ”bilme”ye bağlı olduğunu hayretle göreceklerdir.

    4. Cehaletten, vebadan kaçar gibi kaçız. İlim, hakiki meziyyettir. İman bile bilgiyle başlar: Ma’rifetullah... Sizi hakikatin bilgisine ulaştıracak kaynaklan keşfediniz. Bu keşfin en genel adı ”Okumak”tır. ”Oku” emri, bir mucize eseri olarak Kur’an’dan ilk inen ayetin ilk kelimesidir. Okuyan sadece göz değildir. Kulak, burun, dil, zihin , kalb, ruh hep okuyan birer alettirler. Ne ki okuma biçimleri farklı farklıdır.

    5. Bilgiye sahip olabilmek dünyada sahip olunabilecek dünyalıkların en hayırlısıdır. Çünkü bilgi sahici bir fazilettir.

6. Bilgi edinme sırasında önceliği acil ihtiyaçlara veriniz. Tabi bunun için de okuma nesnesine her yönelişinizde ”bu bilgi benim için ihtiyaç mı?” sorusunu sormanız gerekmektedir.

    7. İlmi, dini ve dünyevi diye ikiye ayırmak bizce doğru değildir; Bir mü’minin, dünyası dininden, dini dünyasından bağımsız değildir. Mesleğinizin bilgisi sizin ”ilmihalinizdir”. Tıpkı ahiretinizin bilgisi gibi gerekli ve faydalıdır.

    8.
Bilgi hamallığından cehaletten kaçar gibi kaçız. Unutmayız ki Allah Rasulü faydasız bilgiden Allah’a sığınmıştır. Faydasız bilgi zihin taşıdır, düşürülmelidir. Zihin taşı, böbrek taşından kimi zaman daha tehlikelidir ve tedavisi zordur. Böbrek taşı lazer ışınlarıyla parçalamak mümkünken zihin taşı parçalamak neredeyse imkansızdır. Malumatfuruşla alimi, malumatfuruşlukla ilim talipliğini karıştırmak alimin kim, ilmin ne olduğunu bilmemektir. İlmin ve alimin tarifini ”Kulları içerisinde Allah’tan layıkıyla ancak alimler sakır” ayetinden yola çıkarak bulabilirsiniz.

mustafa islamoğlu





sizin paraşütünüzü kim hazırlıyor..?

Charles Plumb Vietnam’da savaşmış Amerikalı bir savaş pilotuydu. 75 başarılı sortiden sonra, uçağına isabet eden bir füze tarafından vurulmuştu. Uçak tam düşecekken, fırlatma kolunu çekerek uçaktan atlamıştı. Paraşütü açılmış, sağ olarak yere inmiş ancak düşman eline geçmişti. Yakalandıktan sonra, altı yılını Vietnam hapishanesinde geçiren Plumb, sonunda bu zor dönemi atlatarak özgürlüğüne kavuşmuştu.

Şimdi ise yaşadığı bu önemli deneyimin yaşam dersini, verdiği seminerlerde dinleyicileriyle paylaşmakta.

Bir gün Plumb ve karısı bir restoranda otururlarken, yan masada oturan adamlardan biri yanlarına gelir ve şöyle der: - Seni tanıdım, sen Plumb’sın. Sen Kitty Hawk savaş gemisinden savaş jetiyle Vietnam’a uçan kişisin. Ve orada vuruldun. - İnanamıyorum. Bu imkansız nasıl bunu bilebilirsin?, der Plumb. - Çok iyi biliyorum. Çünkü senin paraşütünü ben hazırlamıştım. Plumb büyük bir sevinç ve minnetle ayağa kalkar ve ona sarılır. Adam "Sanırım paraşüt sana bir problem çıkartmamış" der.

Plumb ise "Eğer çıkartmış olsaydı bugün seninle burada konuşuyor olamazdım" diye cevap verir. Plumb o gece hiç uyuyamaz, hep o adamı düşünür durur. Acaba deniz kuvvetlerindeyken nasıldı? Kime benziyordu? Beyaz şapkası, lacivert fuları, metal düğmeli ceketiyle yüzlercesinin arasından onu nasıl ayırt edip hatırlayabilecekti. Kim bilir kaç sabah onu görüp ona, bırak "Nasılsın" demeyi nasıl "Günaydın" bile demediğini düşündü. Ne de olsa o bir savaş pilotuydu, diğeri ise sıradan bir denizci.

O denizci kim bilir günde kaç saat, geminin karanlık hangarında, tahta masaların üstünde, onca ipi ve ipek kumaşları bir cerrah titizliğiyle katlayıp paraşütleri hazırlıyordu. Kim bilir kaç kez elleri bir başkasının kaderini örüyordu. Kim bilir bu eller kaç kez başkasının yaşama tutunmasına yardımcı olmuştu. Üstelik bu kişilerin kim olacağını hiç bilmeden. Şimdi ise Plumb, seminerlerinde her gün şu soruyu soruyor: "Sizin paraşütünüzü kim hazırlıyor? Herkesin etrafında, onun için bir şeyler yapan, onun hayatını kolaylaştıran, değerli kılan birileri vardır. Sizin paraşütlerinizi hazırlayan kimler?" Ve ekliyor: "Düşman tarafına düştüğümde sadece bir paraşütüm yoktu. Birçok paraşütüm vardı.

Fiziksel paraşütüm, zihinsel paraşütüm, duygusal paraşütüm ve spiritüel paraşütüm benimle birlikteydi. Bunların desteği olmasaydı güvende olamazdım ve başaramazdım". Bazen gündelik yaşam kavgasının içinde yer almak, bize yaşamda neyin önemli olduğunu unutturmaya yetiyor. Bizim için iyi bir şeyler yapanlara, kendisi ve başkaları için bir şeyler yapanlara ve başaranlara, bir ’merhaba’yı, ’nasılsın’ı, ’teşekkür ederim’i, ’tebrikler’i söylemeyebiliyoruz.

Oysa unutulan bu küçük kelimelerin anlamları ’onlar’ için çok büyük olduğu gibi, bizim için de çok büyük olmalı. Yapılanı takdir etmek? Kaçımız becerebiliyoruz bunu, samimiyetle cevap verelim. Kaçımız bizim hayatımızı kurtaran ve kolaylaştıran kişileri tanıyor ve onlara minnet duymayı biliyoruz. Bu değerler aynı zamanda bizi ’insan’ yapan değerlerdir. Bu hafta, bu ay, bu yıl bitmeden lütfen siz de, sizin paraşütünüzü hazırlayanlara hiç değilse bir teşekkür etmeyi unutmayın. Başkalarının paraşütünü siz hazırlayın ve onları yaşama bağlamayı deneyin.

Unutmayalım ki, herkesin paraşütünü kullanacağı bir gün vardır. Ya bugün ya yarın ama mutlaka bir gün.




Ailelerimiz bizdeki kişisel gelişimin mimarlarıdır, temeli onlar atar ve bizde yapıyı tamamlarız.
Toplum da her birey kendi aile modeline göre yetişir.Bu konuda araştırma yaptım ve bu modeller ortaya çıktı.
Aile Modelleri:

AŞIRI  İLGİLİ  AİLE                                 

Aşırı bakım vardır.                                     
Normalden fazla yardım vardır.                     
Bebeksi bir değer verilir.                               
Çocuğun her işini annesi üstlenir.

ÇOCUKLAR:

Hep desteklenmeyi bekler.
Risk alamaz.
Hep birilerine bağımlıdır.
Gururlu olurlar.
Duygu ön plandadır.
Her istediğinin olması ister.
Kendine güveni azalır.

ÜSTÜNLÜK  BEKLEYEN,  BASKICI  VE  MÜKEMMELLİYETÇİ  AİLE

Çocuk üstün olmaya zorlanır.
Sürekli nasihat verilir.
Bol eleştiri yapılır.
Aile çocuğu beğenmez.

ÇOCUKLAR:

Fevri davranışları vardır.
Mutsuzdurlar.
Güvensizdirler.
Gergindirler.
Mantık ön plandadır.
Karamsardırlar.

İLGİSİZ  AİLE

Çocuk istenmeden olabilir.
Eşler arasında önemli sorunlar olabilir.
Aile çocuğu yük gibi görür.
Çocukla ilgili sorumluluklardan ve problemlerden kaçarlar.

ÇOCUKLAR:

İyi ya da kötü sevgiyi nerde bulursa oraya yönelirler.
Duyguya muhtaçtırlar.
Kendilerini değersiz hissederler.
İç dünyaları zayıftır.
Güçlü görünmeye çalışırlar.

DOÄžRU  AİLE  MODELİ

Çocuğun ayrı bir kişiliği olduğunun farkındadırlar.
Ve ona saygı duyarlar
Dengeli bir sevgi verirler.
Dengeli bir değer verirler.
Sevgiyi ve değerliliği çocuğa hissettirirler.
Dengeli bir şekide çocuğa sorumluluk verirler.

ÇOCUKLAR:

Kendine güvenir.
Mutludur.
Başarı için elinden geleni yapar.
İnsan ilişkileri iyidir.
Dengeli bir şekilde risk alır.
Duyguyla mantık dengededir.

KARMA  AİLE

Her aile tipinden bir parça bulunan ailelerdir.

ÇOCUKLAR:

Dengeli ailede yetişen çocuğa göre daha az kendine güvenir.
Daha az mutludur ve insan ilişkileri daha zayıftır.


BEDEN DİLİ.(ÖZET)

1. Göz ilişkisi: İnsanların yüzüne bakanlar, bakmayanlardan daha çok  hoşa gider. (Göz teması)

2. Yüz ifadesi: Canlı olun. Mümkün olduğu kadar sıcak ve dostça  tebessüm edin ve gülün. Yüzünüz çevreye olan ilgisi yansıtsın.

3. Baş hareketleri: Karşızdaki konuşurken sık sık başızı aşağı  yukarı hareket ettirerek onu anladığızı ve dinlediğinizi  hissettirin. Başızı hafif dik tutun

4. Jestler: Çok aşırıya gitmeden jestlerinizi kullanın.Ellerinizi  cebinizde tutmaktan ve kollarızı kavuşturmaktan, ellerinizle  ağzızı örtmekten kaçın. Açık ve anlaşılır jestleri tercih edin

5. Postür (Beden Duruşu): Ayakta iseniz dik durun: Oturuyorsanız  sandalye ve koltuğunuzu tam olarak doldurun ve arkanıza yaslanın.  Birisi ile konuşurken ve birisi doğrudan sizinle konuşurken öne  eğilin ve ilginizi gösterin

6. Yakınlık: İnsanlara daima onları rahatsız etmeyecek, mümkün  olanın yakın mesafede durmaya gayret edin

7. Yöneliş: Daima konuştuğunuz ve sizinle konuşan insana dönük  olun.İkiden fazla insanla bir gurup oluşturuyorsanız, sizin için  önemli olanların dışındakilere merkezinizi kapatmayın. Mümkün olduğu  kadar çok kişiye merkezinizi açık tutun.

8. Bedensel temas: İnsanları tedirgin etmeden, mümkün olan her  durumda bedensel teması kullanın Özellikle sizlerden gençlere, aynı  cinsiyetten olanlara, sizlerden daha alt statüde olanlarla bedensel  teması kurmak için her fırsatı değerlendirin

9. Dış görünüş: Grup normlarına , toplumsal rol ve statünüze uygun  giyinin. Giyiminize mümkün olduğunca renk katın.

10. Konuşmanın sözel özellikleri: Çok fazla ve çok hızlı konuşmaktan  kaçın Bir topluluk içinde dinlediğinize yakın konuşun.Sesinizin  yüksekliğini ve tonunu , bulunduğunuz çevreye göre ayarlayın




İnsan Denen Harika Varlık ”

 Bedenlerin yapılışı bildiren ilme anatomi ilmi denir. İmam-ı Şafii, önce beden ilmi, sonra dinlerin ilmi demekle Anatomi ilminin önemini belirtmiş oluyor.

Anatomi ilmi, doktorların sermayesi, yakın ehlinin, din ve dünya işleriyle Allah’ı bilmenin vasıta ve yardımcısıdır. Doktorlar, sırf meslekleri yönünden bu ilmi öğrenirler. Halbuki beden bilgisinden  Allah’ı bilmeye ve onun kudret ve azametini öğrenmeye çalışanlar, Allah bilgisine kavuşurlar.

   Anatomi öğrenmenin faydaları:

1-Aklın şaştığı ve hayret ettiği bu eseri ( bedeni) seyir etmekle bütün eşyanın benzerini taşıyan bu binayı, bu parlak yapıyı en güzel ve en mükemmel şekilde yaratan Cenab-ı Hak karşısında aczini anlar ve o büyük sanatkârın sonsuz kudretini (ilmel yakin) bilerek idrak edersin.

2-Bu harika eseri, bu incelikleriyle terkip eden ve süsleyen yaratıcın ne kadar bilgisi ve hakim olduğuna, yapanın şahadetiyle ( aynel yakın) görerek anlarsın.

3-Allahü Teâlâ nın sana olan lütuf ve inayetlerini , şefkât ve merhametini idrak edip ondan Allah’ın zaman seni terbiye ettiğini inanarak (Hakkal yakın) anlarsın.

    Çünkü; Cenab-ı Hak, vücud binası yapımında ve işleyişinde en ufak bir eksiklik bırakmadan en mükemmel bir şekilde kurmuştur. Cenab-ı Hak’kın bu lûtuf ve keremi yalnız insanlara mahsus değildir. Belki 18 bin âlemi kaplar, atlar, kediler, vahşi hayvanlar, kuşlar, sürüngenler, arılar, karıncalar... hepsinin yaşama ve korunmaları sağlayan kusursuz, eksiksiz yapı ve işleyişe sahip bir bedenle yaratılmıştır.

     Anatomi ilmi, insan nefsini bilmenin ve bu yönden marife-tullah (Allah’ı bilme) varmanın anahtarıdır. Fakat nefis bilgisi, Allah bilgisine oranla güneşten bir zerre, denizden damla gibidir.

     Beden, bir merkeptir. Nefis onun binicisidir. Gaye, Allah’ı bilmektir. Bir insan, kendi beden ve nefsini idrak etmeden Allah’ı bilirim iddiasında bulunsa, bu bir müflis gibidir. Yiyeceği içeceği bulunmayan bir kimsenin şehir halkı ziyafete çağırmasına benzer. Onun için insana, evvelâ kendi nefsini bilmesi, sonra Allah’a yönelmesi gerekir ki, o zaman sevgiye, sevgilisine ve muradına nail olabilirsin. Çünkü; kendini bilme Allah’ı bilmeyi gerektirdiği gibi, Allah’ı bilmek de onun sevgisini çağırır ve ona kavuşmayı sonuçlandırır.


Marifetname sayfa 31- 32 İbrahim Hakkı Erzurumi


KIZILDERİLİ FELSEFESİ

1-büyük ruh'a ve evrenin kutsal sınırlarına yakın ol
2-yeryüzündeki tüm insanlara saygı göster
3-gereken her durumda iyilik ve yardımda bulun
4-yaşadığın sürece daima dürüst ve doğru ol
5-yüreğinle inandığın ve doğru bildiğin şeyi yap
6-aklına ve bedenine iyi bak,sağlıklı kal
7-bütün yaptıklarının sorumluluğunu taşı
8-her zaman daha iyi işler yapmaya çabala
9-birlikte tüm insanlığın yararı için çalış
10-ve unutma ki,dünya insanlara değil,insanlar dünyaya aittir...


YASAM KOCU PINAR OZGUNER, BASARILI VE MUTLU OLABILMENIN YOLLARINI YENI ASIR INSAN KAYNAKLARI EKI ICIN KALEME ALDI

Ne istediginizi bilin!

      Yasamdan ne beklediginizin farkinda olmak, sizi hedefinize bir adim daha yaklastirir
      Is ve ozel yasamimizda olmasini istedigimiz ve degismeyen tek beklentimiz basaridir. Zaman zaman umutsuzluga kapilip ozguvenimizi yitirdigimizi dusunsek de aslinda basarinin sirri icimizde gizlidir.
      Sizce basarinin tanimi nedir? Sizce iste basarili kisiler hayatta da basarili oluyorlar mi ya da okulda basarili olan kisiler mesleklerinde de ayni basariyi yakalayabiliyorlar mi? Bir de tersinden dusunelim: Okulda basarisiz olan bir cocuk is hayatinda da mutlaka basarisiz mi oluyor? Bildigimiz cok ornekler var; okul hayati zayiflarla dolu ama is hayatinda cok basarili olan kisiler. Bence isin puf noktasi, yaptigin isi sevmek ve o ise odaklanabilmek. Ayrica hayattaki basari her seyden daha onemli. Yasam basarisi da insanin hayatini anlamli kilacak bir seyler yapmasiyla olusuyor.  
Neye odaklaniyoruz?

Arastirmalar beynin bir dusunceye 6-7 saniyeden fazla odaklanamadigini gosteriyor. .
 
Sonsuz kapasite
     Beynin sonsuz bir kapasitesinin oldugunu biliyoruz. Beynimizde 100 milyar hucre var. Bu hucreler arasinda kurulan muazzam bir bilgi agi bulunmakta. Beynimiz en gelismis bilgisayardan 1000 kat daha hizli calismakta. Yani beynimizin cok buyuk bir gucu var. Yeter ki onu dogru programlayalim, icine dogru verileri girelim ve dogru bilgileri kaydedelim. Nasil bir arama motorunda arama bolumune ne yazarsaniz onunla ilgili bilgiler size geliyorsa beyniniz de aynen bir arama motoru gibi calismakta. Olumlu aramalar olumlu bilgileri sizin karsiniza getirmekte, olumsuz aramalar da olumsuzlari. Beyin ekraninizda ne gormek istiyorsaniz onunla ilgili arastirma yapin.

      Hepimiz hayatta basarili olmak istiyoruz ama nasil basarili olabilecegimizi biliyor muyuz?
 Basarinin uc onemli ogesi var:
Odak,
kapasite ve
irade.

Odak bizim hedeflerimizi, isteklerimizi olusturuyor. Kapasite bizim bizim alt yapimiz, o isi yapmakla ilgili beceri ve yeteneklerimizin tumu ve irade de bizim itici gucumuz yani motivasyonumuz. Eger bu uc oge bir araya gelmezse basariya ulasamayabiliyoruz. Odak ve kapasitesi olan ama iradesi olmayan kisi; yapabilirim ama gucum yok diyor. Odak ve iradesi olan kapasitesi olmayan bir kisi; calisiyorum calisiyorum ama bir turlu olmuyor diyor. Istek ve kapasitesi olan ama bir odagi olmayan kisi de; yapabilirim ama ne yapacagimi bilmiyorum diyor. Yani basari icin odak, kapasite ve iradenin birlesmesi gerekli.

Olumlu dusunceler

     Kendimize, vucudumuza iyi bakmamiz gerektigini, saglikli beslenmenin ve duzenli spor yapmanin vucudumuz icin ne denli onemli oldugunu biliyoruz. Peki zihnimiz icin de ayni ozeni gostermemiz gerektigini de iyi biliyor muyuz? Zihni istemedigimiz, korktugumuz, bizi kaygilandiran dusuncelerle degil gerceklesmesini istedigimiz dusuncelerle doldurup beslememiz gerekiyor. Bu hem zihin sagligi icin cok onemli hem de kendi hedeflerimiz ve isteklerimizin gerceklesmesi acisidan cok onemli.

     Gorulen o ki insanlarin isleriyle kendileriyle ve hayatlariyla ilgili net hedefleri yok. Yani ne istedigimizi bilmiyoruz ama neyi istemedigimiz konusunda cok iyiyiz. Hepimiz mutluluk istiyoruz ama bizi mutsuz edecek seyleri dusunmekten bizi nelerin mutlu ettigini bilmiyoruz. Hepimiz para istiyoruz ama hic inanmayarak nasil olsa o paranin bize gelmeyecegini dusunerek o paralari istiyoruz.

Yasami iyilestirmek

      Onemli olan istenecek seyi netlestirmek, onu gercekten istemek, inanmak ve ona sahip olunca neler yapacaginizi dusunmek.   Isinde terfi etmek isteyen, daha cok para kazanmak isteyen bir kisi bunun nasil olsa olmayacagini dusunmek yerine aktif olup bununla ilgili ne gibi bir aksiyon plani olusturacagini dusunmeli. Burada onemli olan nokta, bu olumlu dusunceleri duzenli olarak her gun hayatimiza sokmak.

  ***  Dunya nufusunun sadece yuzde 1'i hedeflerini yazip belirliyor ve bu hedef kagidini cuzdaninda tasiyor ve bu kagidi duzenli okuyor. Bu kisilerin yuzde 90'i cok basarili kisiler. Benim size onerim, hayattan neler istediginize dair net olun. Isteklerinizi uzerinde dusunerek belirleyin ve bunlarin gerceklesecegine inanin. Gerekirse bir koctan veya danismandan destek alin cunku bu, kendi hayatinizi iyilestirmek adina attiginiz cok buyuk bir adim olacak.

BEYNİMİZİ DURDURAN 10 FREN.
Vücudumuzu yöneten beynin, bazı baskılarla görevini yapamaz hale geldiği biliniyor. Yapılan bir araştırmada beynin düşünce ve tasarım yeteneğini en çok korku ve stresin engellediği belirlenmiş.

Beynin pırıltısını önleyen 10 unsur ise şöyle sıralanıyor:

Korku:
Düşünceleri felce uğratıyor ve sağlıklı düşünmeyi engelliyor. Bu durumda kesin olarak korkunuzun kaynağını bulmanız gerekiyor.

Stres
: Beyni en fazla durduran stres, fazla yüklenme anlamına geliyor. Çözüm: Görev dağılımı yapın, reddetmeyi öğrenin ve çok vaatte bulunmayı terkedin. En önemlisi de kalbinizi takviye edip, huzura kavuşturun. Bunu nasıl yapacağınızı biliyorsunuz.
Telaş:Yeteri kadar zaman olmadığını düşünüyorsanız, birinci derece önemli ile ikinci derece önemli ayırımı yapın.
Kurallar: Düşünmenizi engelleyen ilkelerinizi gözden geçirin ve kontrol edin.

Rutin olmak
: Tek düze giden haya-tınızda değişik uğraşılar bulun. Yeni şeyler keşfetmeye açık olun. Malum, rutin dışına çıkmak moda.

Dikkat
:Yeni şeyler keşfetmek ve tasarlamak için dikkat şart. Ancak çokça dikkatinizi çeken ve sizi rahatsız eden şeyi ortadan kaldırın. (Amman yanlış anlaşılmasın; yok edin değil, gözünüzden uzak tutun.)

Zaman baskısı
: Yapacaklarınızı planlayın ancak ertelemeyin. Planınızı şartlara göre güncelleştirin.

Şüphe
: Beyninizi kemiren bu hastalıktan kendinize güven duymakla sıyrılabilirsiniz. Kendinize güveninizi bir şeyi başarmak ve sonuca erdirmekle kazanabilirsiniz.
İsteksizlik: Yaptığınız şeyden hoşlanmıyorsanız, sevebileceğiniz yeni hedefler arayın. Hedef sözünü de çekip uzatmayın. Yani yeni işler, yeni amaçlar.

Kararsızlık: Kararsızlığın ilacı; bilgisine ve tecrübesine güvendiğiniz insanlarla danışarak alacağınız kararlardır.



KISSADAN HİSSE .. YOLUMUZDAKİ ENGELLER



  Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu.

Bakalım neler olacaktı? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.

Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti.

Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı .. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde ..”Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir” diyordu kral.
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

”Her engel, yaşam koşullarızı daha
iyileştirecek bir fırsattır ..”


HAYATIN ÖZETİ

Kendini kendinle topla...
Herkes biliyor ki:
Herkes için her şey olamazsın
Her şeyi bir anda yapamazsın.
Her şeyi mükemmel yapamazsın.
Her şeyi herkesten iyi yapamazsın.
Sen de herkes gibi bir insansın.


Öyleyse:
En azından, birisi için önemli bir şey ol.
Bir anda sadece bir şey yap.
Bir şeyleri hep eksik bırakacağını hatırla.
Bir şeyi herkesten iyi yapmaya bak.
Böylece hiç kimsenin “senin gibi” olamadığını gör.
Herkesin herkes gibi olmaya çalıştığı yerde,
Sen “sen” ol, böylece herkesten daha iyi ol...

ÖZGÜVEN GELİŞTİRME TAKTİKLERİ

ÖZGÜVEN GELİŞTİRME TAKTİKLERİ

Önemli bir savaş sırasında Japon bir komutan askerlerinin sayısının düşmanlarınkine kıyasla çok daha az olmasına rağmen saldırıya geçmeye karar verir. Ordusunun kazanacağına olan güveni tamdır. Ancak, askerleri zafer konusunda oldukça kaygılıdır. Savaş alanına doğru ilerlerken, yol kenarındaki bir tapınakta durup hep birlikte dua ederler. Daha sonra komutan cebinden bozuk para çıkararak “Şimdi yazı-tura atacağız. Eğer tura gelirse, biz kazanacağız, ama eğer yazı gelirse kaybedeceğiz, kaderimiz böylece ortaya çıkacak” der.
Bozuk parayı havaya atar ve herkes sabırsızca paranın yere düşmesini bekler. Tura gelmiştir. Askerler çok sevinirler; kendilerine olan güvenlerini toplamışlardır. Bu coşkuyla düşmana saldırır ve savaşı kazanırlar. Bir süre sonra yüzbaşı komutanının yanına gelerek onun kehanetini takdir edercesine, “Kimse kaderi değiştiremez” der. Bunun üzerine “Haklısın” der komutan, iki tarafı da –tura- olan parayı göstererek

Hepimiz hikayede yazdığı gibi zor durumlarla karşı karşıya kalmışızdır.Çoğu zaman karar vermek ve harekete geçmek için bazı yönlendirilmelere ihtiyaç duymuş ve sanki içimizde bizi biz yapan ve harekete geçmemize yardımcı olacak o gücü hissetmekte zorlanmışızdır.
Burada asıl önemli olan o gücü ne zaman ve hangi koşullarda hissettiğimizdir aslında.Şöyle bir gözlerinizi kapayın.Hayatınızda gerçekten bir işi başardığınız aklınızda yer etmiş geçmişinizdeki o günleri hatırlayın.Örneğin okul yıllarınızda çok büyük bir kalabalığın karşısında yaptığınız konuşmayı hatırlayın.Veya ilk flörtünüze çıkma teklifi yaparken yaşadığınız heyecanı ve her şeye rağmen tüm heyecanınıza ve hata yapma korkunuza rağmen ona çıkma teklifi ettiğiniz günü hatırlayın.Ve her iki örnekte de başarıya ulaştığınız zaman içinizde hissettiğiniz iç huzuru hatırlayın.Ne kadar mutlu olmuştunuz değil mi?

Şu bir gerçek ki hayatta elde ettiğimiz başarıların hiçbiri tesadüfler sonucu kazanılmamıştır.Yani burada önemli olan nokta bizim başarılı olmak ve kazanmak için kadercilik oyunu oynamayıp bu kaderi oluşturabilmemiz için bir ön hazırlık yapmamız, çabalamamız, başarma içgüdüsüyle harekete geçmemizdir.
Bazen, sanki bir şeyler sesimizi keser; beğenilmemek korkusu, dışlanma kaygısı, süregelen düzene boyun eğmişlik ya da yoğun bir yetersizlik hissi, vs. gibi olumsuz öngörüler duygu ve düşüncelerimizi pek az açmamıza ya da hiç açmamamıza neden olur.Özgüveni gelişmemiş bireyler kendilerine bir görev verildiğinde, ya da karşılarına başarmaları gereken bir durum çıktığında, bu durumdan kaçmaya çalışabilirler hatta mümkünse bu işleri başka arkadaşlarına, dostlarına yaptırmaya gayret ederler. Mahcubiyet duygusunu yaşamamak için bu çeşit riskli durumlardan sürekli uzak dururlar. Peki böyle bir durumdan kurtulunması için ne yapılması gerekir?

Esasında özgüven konusundan bahsederken özgüvenin tanımını yapmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.Özgüven kendimizle ile ilgili olumlu ve pozitif duygular geliştirmemiz sonucunda ortaya çıkan harekete geçme gücü şeklinde düşünülebilir.Ayrıca özgüveni yine iç ve dış özgüven olarak ta ikiye ayırabiliriz. İç özgüven, kendimizle ilgili hissettiğimiz memnuniyet ve kendimize dair inancımız, dış özgüven ise dışarıya kendimiz hakkında verdiğimiz görüntü ve insanlarla olan iletişimlerimizde farklı duygularımızı ifade edebilme becerimizle ilgilidir.

Bizler toplumda yaşayan bireyler olarak hem iç hem de dış özgüveni farkında olarak ya da farkında olmadan çoğu zaman kullanırız.Bunlar arasında da zaten çok iyi bir dengenin kurulmuş olması gerekir.
Eğer iç ve dış özgüveni dengeleyemezsek sağlıksız bir iletişim kurmaya başlarız ki bu da bizim ilişkilerimiz olumsuz bir yönde etkiler.Keza bu durum çoğu zaman bizlerin bağımsız birer fert olmasını engellediği gibi bizlerin sadece yakınımızdaki topluluğun bizi iteklemesiyle harekete geçirmesi ya da toplumla çatışma topluluğa ters düşme şeklinde olumsuz sonuçları görülebilir.
Özgüven konusunda temel nokta bizi harekete geçiren bu gücün ne kadar sağlıklı ve gerçekten ne kadar olumlu ve pozitif olduğudur.Çünkü özgüvenin temelinde insanın pozitif olma duygusu yatar.Eğer bir durumla ilgili negatif düşünceleriniz ne kadar fazlaysa o durumla ilgili iş yapma kapasiteniz de o oranda azalacaktır. Kısacası o işi yapmak istemeyeceksiniz ya da mecbur olduğunuz için yapacaksınız.Bu da sizin o işten alacağınız verimi ve başarıyı haliyle düşürecek. Hangimiz başarmayı yürekten istediğimiz bir konuda çok çalışıp ta kaybetmiş ki.
Özgüven konusuyla, hayattaki başarılarımızın doğru orantılı olarak birbirini tamamladığı göz önünden kaçırılmaması gereken bir nokta.Bizler başarılı olduğumuz, üzerinde defalarca alıştırma yaptığımız bir konuda daha az hata yapma olasılığına sahibiz.Sizlere hata yapmayacağımızı söylemiyorum ama gerçekten böyle bir durumda heyecanımızı daha iyi kontrol ettiğimiz için daha başarılı oluruz.Çünkü biz önceki yaşantılarımızla, birer deneyim kazanmış ve artık tecrübe sahibi olmuşuzdur.
Dolayısıyla herhangi bir konuda ne kadar çok çalışırsak ve başarılı olursak özgüvenimizde o oranda artmakta diyebiliriz
Biz insanların en çok yaptığı hatalardan biri bir başarısızlıkla karşılaştığımızda o başarısızlığımızın sonucunda kendimize olumsuz ifadelerde bulunmamızdır.

Bunu biraz açarsak hepimiz zaman zaman “Ah ben ne beceriksizim”, “benden adam olmaz”, “zaten şu işi başarsaydım alim olurdum” vb. bir sürü olumsuz yükleme yapmışızdır kendimize.Esasında bu yüklemelerimiz bizlerin gelecekte ki hayatında gerçekten pahalıya mal olmakta.Bizleri pasif , çekinden, özgüveni olmayan, arka planda kalmayı tercih eden bireyler haline getiriyor.Her şeyden korkar oluyoruz ve içimizde bulunan girişimcilik ruhunu yok ediyoruz.

Bütün bunların yanı sıra kendi olumsuz varsayımlarımızla beslediğimiz “yıkıcı” düşünce yapılarımızı yenmek için bazı “onarıcı” teknikler de var:
Güçlü yönlerimizi belirlemek ve onların üstünde daha çok durmak: Denediğimiz her yeni şey için kendinize şans tanımalıyız. Önemli olan elde edilen sonuç değil, bu yolda harcanan çabalardır. Bu yüzden kendimizi takdir etmeyi bilmeliyiz.

Risk almak: Her yeni deneyime yeni bir öğrenme fırsatı olarak bakabilmek.Asıl olan kazanmak yahut kaybetmek değil! Ancak bu şekilde yeni fırsatlarla karşılaşabiliriz ve kendimizi olduğumuz gibi kabul edebiliriz. Aksi taktirde, her fırsat açılmamış bir kutu olarak içimizde kalacak; dolayısıyla doğrudan başarısızlıkla sonuçlanıp, kişisel gelişimimizi engelleyecektir.

İç konuşma yapmak: İç konuşma yaparak olumsuz varsayımlarımızla başa çıkabiliriz. Kendimize haksızlık ettiğimiz bu durumlarda, “dur bakalım, o kadar da değil” diyerek daha olumlu varsayımlar üretmeliyiz. Örneğin, herhangi bir şeyin mükemmel olmasını beklediğimiz bir durumda , herşeyi mükemmel yapamayacağımızı, önemli olanın elimizden geldiği kadarını en iyi şekilde yapmaya çalışmak olduğunu kendimize hatırlamak harika bir fikirdir.

Kişisel değerlendirme yapmak: Kendimizi her şeyden ve herkesten bağımsız olarak değerlendirebilmek.İçsel olarak kendimiz kendi davranışımız hakkında ne düşünüyoruz? Bu tarz bir bakış açısı içsel olarak daha güçlü hissetmemizi sağlayacak ve kişisel gücümüzü başkalarının ellerine teslim etmemizi engelleyecektir.

Kendini sevmek: İnsanlar kendilerini sevdiklerinde hem duygusal hem de fiziksel olarak kendilerini güvende hissederler ve kendileriyle barışık yaşarlar.

Kendini tanımak: Kendilerini tanıyan insanlar kendi güçlü ve güçsüz yönlerini iyi bilirler. Bir topluluğa girdiklerinde kendilerini ifade ederken kendi potansiyellerinin farkında olarak harekete geçerler.

Hedef Koymak: Tabi burada kastedilen hedef açık ve net koyduğumuz hedefler.Elbette ki çok büyük genel hedeflerimiz olabilir.Ama bunlara ulaşmamız için mutlaka planlı ve daha gerçek hedeflerimiz de olmalı.

Pozitif Düşünmek: Pozitif düşünce özgüveni harekete geçirmeye zorlayan belki de en önemli etkenlerden biri. Olumsuz bir düşünceyle herhangi bir başarı elde etmek çok güç. Bu bizi ancak karamsarlığa götürür. O yüzden kendimizi pozitif düşünmeye alıştırmamız ve bunu bir yaşam biçimi haline getirmemiz bize hayatımızda çok şeyler kazandıracak.

İyi bir iletişim: Sağlıklı bir iletişim yeteneğimiz olması bizlerin çevremizde sevilen saygı duyulan güvenilen insanlar olmamızı sağlar.Çevremizde olumlu bir imaja sahip olduğumuzda kendimize güvenimiz artacaktır.

İyi bir ifade yeteneği: Toplum içinde konuşmak için bol bol okumamız konuşma tekrarları yapmamız ve hatta zaman zaman iyi birer hatip olabilmek için evde çalışmamız ve sonucunda da konuşma yeteneğimizi artırmamız bize topluluk içinde daha çok söz söyleme imkanı tanıyabilir.Bu da bizi yine özgüven konusunda olumlu destekleyebilir.

Duyguları kontrol etme : Duyguları ile başa çıkabilen çocuklar duygularının esiri olmazlar. Beklenmedik davranışlar göstermezler. Korkuları ve endişeleri ile başa çıkabildikleri için riskleri göze alabilirler. Mutsuzluklarının kendilerini sürekli engellemesine izin vermedikleri için sıkıntılı dönemlerini kısa sürede atlatabilirler. Anlaşmazlık olduğunda kendilerini iyi savunurlar. Kıskançlık, öfke gibi doğal olan duyguları yaşadıklarında suçluluğa kapılmazlar. İlişkilerinde neşe, sevgi ve mutluluk ararlar. Kimseye körü körüne kapılmazlar.



ÖZGÜVEN GELİŞTİRME TAKTİKLER

ÖZGÜVEN GELİŞTİRME TAKTİKLERİ

Önemli bir savaş sırasında Japon bir komutan askerlerinin sayısının düşmanlarınkine kıyasla çok daha az olmasına rağmen saldırıya geçmeye karar verir. Ordusunun kazanacağına olan güveni tamdır. Ancak, askerleri zafer konusunda oldukça kaygılıdır. Savaş alanına doğru ilerlerken, yol kenarındaki bir tapınakta durup hep birlikte dua ederler. Daha sonra komutan cebinden bozuk para çıkararak “Şimdi yazı-tura atacağız. Eğer tura gelirse, biz kazanacağız, ama eğer yazı gelirse kaybedeceğiz, kaderimiz böylece ortaya çıkacak” der.
Bozuk parayı havaya atar ve herkes sabırsızca paranın yere düşmesini bekler. Tura gelmiştir. Askerler çok sevinirler; kendilerine olan güvenlerini toplamışlardır. Bu coşkuyla düşmana saldırır ve savaşı kazanırlar. Bir süre sonra yüzbaşı komutanının yanına gelerek onun kehanetini takdir edercesine, “Kimse kaderi değiştiremez” der. Bunun üzerine “Haklısın” der komutan, iki tarafı da –tura- olan parayı göstererek.
                                                                                                                                                

Hepimiz hikayede yazdığı gibi zor durumlarla karşı karşıya kalmışızdır.Çoğu zaman karar vermek ve harekete geçmek için bazı yönlendirilmelere ihtiyaç duymuş ve sanki içimizde bizi biz yapan ve harekete geçmemize yardımcı olacak o gücü hissetmekte zorlanmışızdır.
Burada asıl önemli olan o gücü ne zaman ve hangi koşullarda hissettiğimizdir aslında.Şöyle bir gözlerinizi kapayın.Hayatınızda gerçekten bir işi başardığınız aklınızda yer etmiş geçmişinizdeki o günleri hatırlayın.Örneğin okul yıllarınızda çok büyük bir kalabalığın karşısında yaptığınız konuşmayı hatırlayın.Veya ilk flörtünüze çıkma teklifi yaparken yaşadığınız heyecanı ve her şeye rağmen tüm heyecanınıza ve hata yapma korkunuza rağmen ona çıkma teklifi ettiğiniz günü hatırlayın.Ve her iki örnekte de başarıya ulaştığınız zaman içinizde hissettiğiniz iç huzuru hatırlayın.Ne kadar mutlu olmuştunuz değil mi?

Şu bir gerçek ki hayatta elde ettiğimiz başarıların hiçbiri tesadüfler sonucu kazanılmamıştır.Yani burada önemli olan nokta bizim başarılı olmak ve kazanmak için kadercilik oyunu oynamayıp bu kaderi oluşturabilmemiz için bir ön hazırlık yapmamız, çabalamamız, başarma içgüdüsüyle harekete geçmemizdir.
Bazen, sanki bir şeyler sesimizi keser; beğenilmemek korkusu, dışlanma kaygısı, süregelen düzene boyun eğmişlik ya da yoğun bir yetersizlik hissi, vs. gibi olumsuz öngörüler duygu ve düşüncelerimizi pek az açmamıza ya da hiç açmamamıza neden olur.Özgüveni gelişmemiş bireyler kendilerine bir görev verildiğinde, ya da karşılarına başarmaları gereken bir durum çıktığında, bu durumdan kaçmaya çalışabilirler hatta mümkünse bu işleri başka arkadaşlarına, dostlarına yaptırmaya gayret ederler. Mahcubiyet duygusunu yaşamamak için bu çeşit riskli durumlardan sürekli uzak dururlar. Peki böyle bir durumdan kurtulunması için ne yapılması gerekir?

Esasında özgüven konusundan bahsederken özgüvenin tanımını yapmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.Özgüven kendimizle ile ilgili olumlu ve pozitif duygular geliştirmemiz sonucunda ortaya çıkan harekete geçme gücü şeklinde düşünülebilir.Ayrıca özgüveni yine iç ve dış özgüven olarak ta ikiye ayırabiliriz. İç özgüven, kendimizle ilgili hissettiğimiz memnuniyet ve kendimize dair inancımız, dış özgüven ise dışarıya kendimiz hakkında verdiğimiz görüntü ve insanlarla olan iletişimlerimizde farklı duygularımızı ifade edebilme becerimizle ilgilidir.

Bizler toplumda yaşayan bireyler olarak hem iç hem de dış özgüveni farkında olarak ya da farkında olmadan çoğu zaman kullanırız.Bunlar arasında da zaten çok iyi bir dengenin kurulmuş olması gerekir.
Eğer iç ve dış özgüveni dengeleyemezsek sağlıksız bir iletişim kurmaya başlarız ki bu da bizim ilişkilerimiz olumsuz bir yönde etkiler.Keza bu durum çoğu zaman bizlerin bağımsız birer fert olmasını engellediği gibi bizlerin sadece yakınımızdaki topluluğun bizi iteklemesiyle harekete geçirmesi ya da toplumla çatışma topluluğa ters düşme şeklinde olumsuz sonuçları görülebilir.
Özgüven konusunda temel nokta bizi harekete geçiren bu gücün ne kadar sağlıklı ve gerçekten ne kadar olumlu ve pozitif olduğudur.Çünkü özgüvenin temelinde insanın pozitif olma duygusu yatar.Eğer bir durumla ilgili negatif düşünceleriniz ne kadar fazlaysa o durumla ilgili iş yapma kapasiteniz de o oranda azalacaktır. Kısacası o işi yapmak istemeyeceksiniz ya da mecbur olduğunuz için yapacaksınız.Bu da sizin o işten alacağınız verimi ve başarıyı haliyle düşürecek. Hangimiz başarmayı yürekten istediğimiz bir konuda çok çalışıp ta kaybetmiş ki.
Özgüven konusuyla, hayattaki başarılarımızın doğru orantılı olarak birbirini tamamladığı göz önünden kaçırılmaması gereken bir nokta.Bizler başarılı olduğumuz, üzerinde defalarca alıştırma yaptığımız bir konuda daha az hata yapma olasılığına sahibiz.Sizlere hata yapmayacağımızı söylemiyorum ama gerçekten böyle bir durumda heyecanımızı daha iyi kontrol ettiğimiz için daha başarılı oluruz.Çünkü biz önceki yaşantılarımızla, birer deneyim kazanmış ve artık tecrübe sahibi olmuşuzdur.
Dolayısıyla herhangi bir konuda ne kadar çok çalışırsak ve başarılı olursak özgüvenimizde o oranda artmakta diyebiliriz
Biz insanların en çok yaptığı hatalardan biri bir başarısızlıkla karşılaştığımızda o başarısızlığımızın sonucunda kendimize olumsuz ifadelerde bulunmamızdır.

Bunu biraz açarsak hepimiz zaman zaman “Ah ben ne beceriksizim”, “benden adam olmaz”, “zaten şu işi başarsaydım alim olurdum” vb. bir sürü olumsuz yükleme yapmışızdır kendimize.Esasında bu yüklemelerimiz bizlerin gelecekte ki hayatında gerçekten pahalıya mal olmakta.Bizleri pasif , çekinden, özgüveni olmayan, arka planda kalmayı tercih eden bireyler haline getiriyor.Her şeyden korkar oluyoruz ve içimizde bulunan girişimcilik ruhunu yok ediyoruz.

Bütün bunların yanı sıra kendi olumsuz varsayımlarımızla beslediğimiz “yıkıcı” düşünce yapılarımızı yenmek için bazı “onarıcı” teknikler de var:
Güçlü yönlerimizi belirlemek ve onların üstünde daha çok durmak: Denediğimiz her yeni şey için kendinize şans tanımalıyız. Önemli olan elde edilen sonuç değil, bu yolda harcanan çabalardır. Bu yüzden kendimizi takdir etmeyi bilmeliyiz.

Risk almak: Her yeni deneyime yeni bir öğrenme fırsatı olarak bakabilmek.Asıl olan kazanmak yahut kaybetmek değil! Ancak bu şekilde yeni fırsatlarla karşılaşabiliriz ve kendimizi olduğumuz gibi kabul edebiliriz. Aksi taktirde, her fırsat açılmamış bir kutu olarak içimizde kalacak; dolayısıyla doğrudan başarısızlıkla sonuçlanıp, kişisel gelişimimizi engelleyecektir.

İç konuşma yapmak: İç konuşma yaparak olumsuz varsayımlarımızla başa çıkabiliriz. Kendimize haksızlık ettiğimiz bu durumlarda, “dur bakalım, o kadar da değil” diyerek daha olumlu varsayımlar üretmeliyiz. Örneğin, herhangi bir şeyin mükemmel olmasını beklediğimiz bir durumda , herşeyi mükemmel yapamayacağımızı, önemli olanın elimizden geldiği kadarını en iyi şekilde yapmaya çalışmak olduğunu kendimize hatırlamak harika bir fikirdir.

Kişisel değerlendirme yapmak: Kendimizi her şeyden ve herkesten bağımsız olarak değerlendirebilmek.İçsel olarak kendimiz kendi davranışımız hakkında ne düşünüyoruz? Bu tarz bir bakış açısı içsel olarak daha güçlü hissetmemizi sağlayacak ve kişisel gücümüzü başkalarının ellerine teslim etmemizi engelleyecektir.

Kendini sevmek: İnsanlar kendilerini sevdiklerinde hem duygusal hem de fiziksel olarak kendilerini güvende hissederler ve kendileriyle barışık yaşarlar.

Kendini tanımak: Kendilerini tanıyan insanlar kendi güçlü ve güçsüz yönlerini iyi bilirler. Bir topluluğa girdiklerinde kendilerini ifade ederken kendi potansiyellerinin farkında olarak harekete geçerler.

Hedef Koymak: Tabi burada kastedilen hedef açık ve net koyduğumuz hedefler.Elbette ki çok büyük genel hedeflerimiz olabilir.Ama bunlara ulaşmamız için mutlaka planlı ve daha gerçek hedeflerimiz de olmalı.

Pozitif Düşünmek: Pozitif düşünce özgüveni harekete geçirmeye zorlayan belki de en önemli etkenlerden biri. Olumsuz bir düşünceyle herhangi bir başarı elde etmek çok güç. Bu bizi ancak karamsarlığa götürür. O yüzden kendimizi pozitif düşünmeye alıştırmamız ve bunu bir yaşam biçimi haline getirmemiz bize hayatımızda çok şeyler kazandıracak.

İyi bir iletişim: Sağlıklı bir iletişim yeteneğimiz olması bizlerin çevremizde sevilen saygı duyulan güvenilen insanlar olmamızı sağlar.Çevremizde olumlu bir imaja sahip olduğumuzda kendimize güvenimiz artacaktır.

İyi bir ifade yeteneği: Toplum içinde konuşmak için bol bol okumamız konuşma tekrarları yapmamız ve hatta zaman zaman iyi birer hatip olabilmek için evde çalışmamız ve sonucunda da konuşma yeteneğimizi artırmamız bize topluluk içinde daha çok söz söyleme imkanı tanıyabilir.Bu da bizi yine özgüven konusunda olumlu destekleyebilir.

Duyguları kontrol etme : Duyguları ile başa çıkabilen çocuklar duygularının esiri olmazlar. Beklenmedik davranışlar göstermezler. Korkuları ve endişeleri ile başa çıkabildikleri için riskleri göze alabilirler. Mutsuzluklarının kendilerini sürekli engellemesine izin vermedikleri için sıkıntılı dönemlerini kısa sürede atlatabilirler. Anlaşmazlık olduğunda kendilerini iyi savunurlar. Kıskançlık, öfke gibi doğal olan duyguları yaşadıklarında suçluluğa kapılmazlar. İlişkilerinde neşe, sevgi ve mutluluk ararlar. Kimseye körü körüne kapılmazlar.



21. Yüzyılda Duygusal Zeka, Takım Çalışması ve Motivasyon Bilinci

21. yüzyılda insan faktörü, önemli kalacak,dolayısıyla insanı okuma ve anlama sanatına önem vermek gerekiyor.
    
 Makine ile insanı karşılaştırdığımız zaman: makine başlangıçta karmaşık ancak kurallarını öğrendikten sonra basitleşir. İnsan ise başlangıçta basit daha sonra karmaşıklaşır. İnsan yapılan hiçbir işi beğenmeyip başkalarını taklit ve göz ardı eder. Dolayısıyla makine ile insan arasında bir fark var, o da şudur aynı kuralları insana yüklenemez.
     Dinler, ide, düşünce  akımları ideal insan tipini tanımlamaya çalışıyorlar ve bu noktada üzerinde anlaştıkları bazı genel kriterler ve özellikler vardır.

     Kişinin mutluluğu ancak yaptığı işi sevmesi ile mümkündür. Aksi takdirde fiziksel ve ruhsal bozukluklara yal açabilir. O yüzden insanın ilk olarak sorumluluk alması şart. İki tür sorumluluk vardır: ilki, Dışsal Sorumluluk: mekanik aktörlük diyebileceğimiz bu sorumluluk tarzına kişi kendi performansını başkalarına göstermek zorunda. İkincisi, içsel sorumluluk: bu sorumluluk tarzı ise kalpten gelir, kişinin kendi işini sevmesi ile ilgilidir. İşini seven bireyin motivasyonu artacağı gibi duygusal olarak da işene bağlanır. Böylece akış içinde olan insan dikkati bölünmez ve yaptığı işe odaklanınca performansı yükselir ve başka şeylerle ilgilenmez. Buna ise işine gönül vermek denir.

     Toplum olarak şekilci bir toplumuz. Örneğin, çoğu zaman anne-babalar çocuklarına kendi istedikleri ya da hayatta gerçekleştirmek istedikleri ancak gerçekleştiremedikleri meslekleri seçmeleri için ya baskı kurarlar ya da çocuklarını o yönde eğitirler. Sonuçta bunun arkasından gelen iş tatminsizliği, ne istediğini bilememe, kendine güven duymayan çocuklara sahip olurlar bununla kalmayıp olayı suçlamaya bile vardırırlar: benim oğlum bina okur, döner döner gene okur hesabı.

     Evet şekilci bir toplumuz dolayısıyla bunun yanlış olduğunu bunun yerine anna-babalar “oğlum/kızım büyüdüğünde kendi seçtiği, sevdiği işte çalışacak” anlayışı ile çocukların yetiştirmeleri gerekir.

     “Her eserde bir emek vardır ama emeğin içinde gönül varsa o yapılan eser taş yığını, beton parçası ya da makine olmaktan çıkar bir evlat olur.”  Peki işte nasıl başarılı olunur? gibi bir soru karşımıza çıktığında nasıl bir cevap verebiliriz, diye düşündüğümüzde şu yanıtları vermek ve onlara sımsıkı sarılarak uygulamak bize mutlaka bir gün başarıyı getirecektir.
-         disiplinli çalışmak
-         planlı okuma alışkanlığını kazanmak
-         duygusal zekamızı (EQ) –kibar ve nazik olma- geliştirmek,
-         her şeye rağmen gülümseyebilmek
-         ve sürekli öğrenmeyi ilke edinerek.

 

SEMPATİ VE EMPATİ


     Sempati: acı ve sevinçlerimizi paylaşmamızı sağlar. Sempati de yandaşlık esastır. Sürekli değil, kısa bir zaman dilimi için geçerlidir. Akıl ve mantık süzgecinden geçmediği için tek başına sağlıklı bir iletişim kurmak için yeterli değildir.

     Empati: empatik yaklaşım başkalarını doğru ve samimi bir şekilde anlamaktır. Akıl ve mantık süzgecinden geçtiği için sürekli ve sağlıklı bir iletişim kurmamızı sağlar. Empatide aynı duygu ve görüşleri paylaşmamız gerekmez sadece anlamak yeterlidir.

EQ –DUYGUSAL ZEKA- VE IQ –AKILCI ZEKA-

     Yapılan araştırmalarda akılcı zekası yüksek fakat duygusal zekası düşük olan birinin başarı sağlaması çok güç. Burada önemli olan akılcı zeka ile duygusal zeka arasında bir denge oluşturabilmek.
     İnsana dair her şey zor olduğu gibi iş yaşamı da zordur. Çünkü diğerleri vardır dolayısıyla diğerlerinin bakış açısıyla yaklaşabilmek gerekir.
     İkna etme, hoşgörü, esneklik, motivasyon, nefsini kontrol edebilme, alçak gönüllü olabilme ve azim; bunların tümü ve bezerleri duygusal zekamızla gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerdir. Duygusal zeka doğuştan gelen bir özellik değildir, eğitimle geliştirilebilir.
     EQ’ su düşük olan birisi çeşitli sorunlar yaşayabilir: psikolojik, sosyal, zihinsel ve fiziksel sorunlar. İletişimi kontrolü altına alıp çaba harcayarak daha iyi iletişim kurulabilir. Zeka geliştirilebilir

     Beyinde bulunan amigdala, beş duyu organımızla aldığımız duyumlar dışında aynı zamanda sevgi, nefret, öfke, kıskançlık ve şüphe gibi duyguları da kontrol eder. Bu tür duygular kontrol edilmediği zamanlar insanın hayatını mahvediyor. Bunlar duygusal zeka ile çözümlenmediği zaman çeşitli fiziksel hastalıklara yol açar. Çünkü bunlar amigdalada birikiyor ve çıkış yolu bulamadığı zaman patlıyor. Bunun sonucunda hipertansiyon, ülser vs. gibi hastalıklara yol açabiliyor.
      Çok küçük yaşta akılcı ile duygusal zekanın dengede tutulması daha sonraki yaşlarda daha sağlıklı bir kişiliğe sahip olmak için birebirdir.

Optimistik ve pesimistik

     Depremin ne zaman olacağını bilemeyiz ama yapıları (çimento, demir, beton miktarını ayarlayarak) depreme  dayanaklı binalar yaptırabiliriz.
    
 Pesimistik: kötü niyetli ve menfaatperest; her fırsatta bir felakete
 Optimistik: her felakette bir fırsata yol açar.
     Mesela, bazı insanlar her işte parmak izi ararlar. Sabah kalktığınızda pencereden dışarıya bakıp “şu boğaz manzarası ne güzel herhalde dünyada eşi benzeri yok dediğinizde bir başkası da evet ama camdaki parmak izleri de olmasa” demesi gibi.
    Evet, başarının % 1’i ilham % 99’u alınteri’dir. Dolayısıyla başarı öğrenmeyle, çabayla, azim ve istekle gelir. Dayak ile değil. Duygular için düşünceler, düşünceler içinde duygular gereklidir. Yani ikisi birbirinden bağımsız gibi görünse de aslında birbirine bağlıdır ve birinin olmadığı durumda diğerinin sağlıklı bir şekilde işlemesi mümkün değil. Düşünceler, geminin dümeni; duygular ise yakıtıdır. Tutkular, dengeyi bozduğunda EQ, IQ’ yu bastırır ve aşırılıklar başlar.

İŞ ARKADAŞLARIYLA İYİ İLETİŞİM


     Kişileri değerlendirirken, kızdığımızda ya da çok fazla sevdiğimizde EQ seviyesini gözardı eder ve sadece davranışlarıyla değerlendirme eğilimindeyiz. Dolayısıyla, çoğu zaman sorunlar yaşarız. Peki  bunu aşmak için ne yapmalıyız; öncelikle, kişiyi dinlemeyi, sabırlı ve sakin olmayı, sen şöylesin gibi yargılamalardan kaçınmayı öğrenip, hata varsa hatayı kişinin kendisinin bulup çözmesini sağlayacak yöntemler geliştirmeliyiz. Belki şu söz bize yardımcı olabilir. “değiştirebileceklerim için güç, değiştiremeyeceklerim için sabır, ikisini birbirinden ayırabilmem için aklı selim” ver.
       İyi iletişimi sağlayan diğer temel unsurlardan bir tanesi de dürüstlüktür. Orta doğu Teknik Üniversitesi’nde gerçekleşen şu olay bir  ders niteliğini taşıyacak önemdedir.
                            
                                “ODTÜ’ de matematik ikinci sınıfların sınavı yapılmaktadır. Geç kalan üç öğrenci sınıfa girer ve Prof. a – hocam, arabamızın lastiği patladı, o yüzden geç kaldık. Bize sınav hakkı verin.- derler. Prof. da – tamam. -  der. – Pazartesi gelin, size sınav yapalım.- Pazartesi, Prof., üç öğrenciyi ayrı ayrı sınıflarda sınava sokar. Sınavda tek soru vardır:  “arabanızın hangi tekeri patladı?” sonuçta üç öğrenci de o dersten kalır.


                                                 

EKİP RUHU


     Ekip ruhu, sürekli karşımıza çıkan sadece bir terimden ibaret değildir, başarının sırrı da kaynağı da ondadır. Ancak yaratıcılığa, karşılıklı yardımlaşmaya, bireyin kendini gerçekleştirme imkanının olduğu bir ekip ruhunun gerçek başarıya ulaşacağı kuşkusuzdur. Ekip ruhu, bireyin ekipte kendini kaybetmesi, ekibin içinde kaybolup gitmesi, insiyatifsiz kalması, ve nasıl olsa benim katkım gözükmeyecek şeklinde çıkarımlar yapması demek değildir. Ekip ruhu, birilerinin öne çıktığı diğerlerinin ise ödüllendirilmediği bir durumda sağlanamayacağı gibi ekip ruhunu köstekleyecek, kıskançlığı, çekememezliği, ve çeşitli sorunları da beraberinde getirecektir.

Ekip ruhunun en güzel örneğini KAFKAS FOLKLOR ekibinde görebiliriz. Takım çalışmasının getirdiği başarı, ile bireyin yeteneklerini sergilediği diğerlerinin ise bunu kıskandığı değil alkışlayarak ödüllendirdiği ve tüm yüreğiyle çalıştığı ve başarıya inandığını görmek mümkün.

Akılcı zekası yüksek ancak duygusal zekası düşük olan birisinin sorun yaşaması kaçınılmazdır. Çünkü iyi iletişim kuramaz, görüşlerini açık seçik ifade edemez dolayısıyla da verimi düşer. Bu da beraberinde iş yerinin duygusal seviyesi düşer. Karizma savaşları başlar ve dedikoduyla biter.
       Yapılan araştırmalar da çalışanların işten ayrılmalarının nedeninin % 46 sına
-         takdir edilmeme
-         verilen sözün yerine getirilmemesi
-         görev tanımının olmaması
-         sorumluluk duygusunun yeterince gelişmemesi
-         kariyer yolunun iyi planlanamaması
-         yönetici ile sorun yaşama gibi faktörler yol açıyor                                                      

DUYGUSAL YETENEKLER


İnsanın kendine yönelik:
-         Kendi duygularını yönetmesi
-         Stresle başa çıkma
-         Kendi kendini motive etme

Çevreye karşı:
-         Empatik yaklaşım (diğerlerini anlama)
-         Kıskançlığın olmadığı
-         Sinerji yaratma

     Sadece iş yerinde değil aynı zamanda sosyal yaşantıda da ahenk ve harmoninin olması için insana önem verilmesi gerekir. Örneğin, bir iş yerinde yöneticilerin yapması gerekenler arasında çalışanın,

-         Ben varım
-         Ben doğalım
-         Ben sevilmeye layığım
-         Ben değerliyim
-         Ben güçlüyüm
                                   gibi hislerine hitap etmesi ve bunları ona aşılaması gerekir.  

     Kendini sevilmeye layık görmeyen, değerli olduğuna inanmayan birisinden ne kadar verim alabilirsiniz ki ya da işine önem vermesini beklemek ne kadar doğru olabilir ki?

YÖNETİM

     
     Korku ile insan yönetilme zamanı tarihe karıştı artık. El pençe durarak insan yönetmek zamanı geçti.
      Hiç kimse mükemmel değil dolayısıyla insanın hata yapması kaçınılmazdır. Önemli olan iki kere tekrar etmemek ve hatanın tekrar oluşmaması için gereken durumları önceden tespit edip ona göre önlem almaktır.

      Beden diline, kibarlığa ve karşılıklı görüş alış fikrine alışmalıyız. Sorunları konuşarak, siyasi bir kılıf içine sokmayarak masaya yatırıp çözmeye çalışmak ve iyi ve sağlıklı ilişkiler kurarak üstesinden gelmek gerekir. 
 

PROFESYONELLİĞİN 20 KURALI


1)      Profesyonel amatör ruhunu taşır
2)      işe hakimdir.
3)      iş tanımında görev alır.
4)      mesai saatlerini aşsa da işini bitirir.
5)      bilgiyi üstlerini ikna ederek elde eder.
6)      mevcut şartlarda alın teriyle çalışır.
7)      sürekli olarak işini daha iyi yapmanın yolunu bulur ve üstlerine öneri getirir.
8)      hatasını kabul eder, ders alır ve iki kere tekrar etmemek için çabalar.
9)      karşısındakini dinlemek için çalışır.
10)  söz verir ve gerçekleştirir. Güven yaratmak için verdiği sözü tutar.
11)  iyi bir iletişim kurar. Düşüncesini net bir şekilde açıklar.
12)  bilgi düzeyini güncel tutar. Sürekli öğrenme çabasındadır.
13)  gücünü aile, arkadaştan değil; bilgi, deneyim ve yeteneklerinden alır.  
14)  “hayır” diyebilendir.
15)  eleştirilerden alınmaz, ders alır.
16)  ölçülüdür ve hakkaniyete inanır.
17)  söyledikleri ile yaptıkları arasında paralellik kurar.
18)  özel ve iş hayatında başarılı olmak için bedenine önem verir.
19)  duygusal zeka ile akılcı zeka arasında denge kurar
20)  kendini disipline eder.  


İLETİŞİM

                      
                                      “bir canın bir diğer cana ulaşabilmesidir.”
                                                                                        
                                                                                       Doğan Cüceloğlu

“iletişim kur ya da öl ilkesiyle hareket edip, ikna edebilme yeteneğini kullanıp var olan durumları analiz ederek daha sağlıklı iletişim kurabilmek ve böylece sorunların oluşmasına sebebiyet veren zeminin oluşmasına engel olmak.

Her insanın içinde potansiyel vardır yeter ki o potansiyeli ateşleyelim.