26 Ocak 2011 Çarşamba

Başarıda “Denedim” Sözünün Yeri Yoktur

Kazanmak her şey değildir diyenler, muhtemelen hiç gerçek anlamda kazanmamışlardır; çünkü, başarının gerçek anlamını bilmiyorlardır. Başarıyı tanımak için önce başarısızlığı tanımlamak gerekir.

Başarısızlık, zorluklar ne olursa olsun, bir plan yapmayı ya da bir planı hayata geçirmek üzere bıkıp usanmadan çalışmayı reddetmektir.

Çoğumuza başarısızlığın ya da başarının bir tercih meselesi olduğu hiç öğretilmedi. Pek çok kişinin düşündüğü gibi başarısızlık; yetenek, para, zaman ya da fırsat eksikliğinden kaynaklanmaz. Başarısızlık, basit bir şekilde, fırsat yaratmayı, hayatınızda hedefler belirlemeyi ve bunları gerçekleştirmek için çalışmayı reddetmektir. Başarılı olmak yönünde bir hedefi ya da motivasyonu olmayan insanlarla konuştuğunuzda, hayatlarının heyecandan ve amaçtan yoksun olduğunu görürsünüz. Kendilerini başarısız bir insanmış gibi hissederler ve hislerinde haklı çıkarlar.

Başarılı olmak için, sürekli olarak dik yarlar ve dipsiz gediklerle yüz yüze gelirsiniz. Daha önce hiç yapmadığınız şeyleri yaparsınız. Ama eğer hayattan dağın yarısına kadar çıkmanın ötesinde birşey bekliyorsanız, öncelikle bütün o yolu gitme kararını vermelisiniz. Sizi nelerin beklediğini ve bunlarla nasıl başa çıkacağınızı bilemeyebilirsiniz. Yazık ki tek alternatif gitmemektir.

Hedeflerinize ulaşmak için çaba gösterirken, “denemek” diye birşey yoktur.

Doğru! Çocukluğumuzdan itibaren bize hep elimizden geleni yaptığımız sürece kazanıp kazanmadığımızın bir önemi olmadığı öğretildi. Bu durum, atletizm yarışması gibi bir yarışta doğru olabilir. Böyle bir ortamda, asla yenemeyeceğimiz insanlarla karşılaşabiliriz ve tek tesellimiz, canımızı dişimize takmış olmamızdır.

Ama hedefin kazanmak olduğu gerçek hayatta, bu, kendinize ya da başkalarına söyleyebileceğiniz en büyük yalanlardan biri olur. “Denemek.” Başarısızlığı makul hale getirme amacı taşıyan bir kelimedir. Bir özürdür. Gerçekte ise, ister kısa vadeli isterse uzun vadeli olsun, herhangi bir hedefe ulaşırken, ya başarılı ya da başarısız olursunuz. Arası yoktur. Bu nedenle, “denemek” gerçekçi değildir.

Öte yandan, anlık başarının eksikliği başarısızlık değildir. Hedefinize ulaşmak üzere hedef tarihinizi, hatta planınızı değiştirmek için ihtiyaç duyabileceğiniz geribildirimden başka birşey değildir. “Denedim”, kolay pes eden kişinin lafıdır. İşin peşini bıraktığınız, hayatınıza hedeflerinize ulaşmaksızın devam etme kararı aldığınız anlamına gelir. Bu yaklaşım, kişisel verimliliğiniz açısından yıkıcıdır.

“Denedim” ifadesini bir yana bırakın.

Bir tuğla duvarla kafa kafaya geldiğinizde, üstünden, etrafından ya da içinden geçmenin bir yolunu bulun. Kazanmak için yeni bir plan yaparak yarışa geri dönün.

Fiziksel sorunlar ve koşullar, “tuğla duvarlar”ın en güzel örnekleridir; çünkü, hiç uyarı vermeden oluşur ve tekerrür ederler. Devam edip etmeme hedefini belirlemek kişiye bağlıdır. Doktorlar dahil hiç kimse sizin adınıza böyle bir karar veremez. Kendiniz için doğru yanıtı buluncaya kadar yolunuza devam etmelisiniz. Neyin doğru olduğunu ve ne yapabileceğinizi yalnız siz bilebilirsiniz.

Kaç kez düştüğünüz, sonunda dağın zirvesine ulaşıp ulaşamayacağınızı belirleyemez. Bunu belirleyen, kaç kez ayağa kalkıp yeniden harekete geçtiğinizdir. “Denemek” kelimesini zihninize kazımak, ayağa kalkmak yerine pes etmenin makul olduğunu kabul ettiğinizi gösterir. Başarısızlık, yalnızca işin ucunu bıraktığınızda ya da başarılı olmak konusundaki acizliğiniz için özür bulduğunuzda ortaya çıkar. “Denemek”, bu gerekçeyle, gerçekten ne yapmakta olduğunuz konusunda kendinize yalan söylemektir.

“Denedim”, kabul edilebilir bir özür değildir. (Ama sonra, hiçbir özür başarı için kabul edilebilir alternatif olamaz.) “Denemek” kelimesini kullanmak, zihninizde çabalarınızın “neredeyse başarılı olacağı” yönünde bir illüzyon yaratır ve sizi devam etmekten alıkoyar. Başarısızlığı bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir alternatif şeklinde kabul etmek, hedeflerinize ulaşma verimliliğinde ve gücünde azalmaya neden olur. Diğer taraftan, “yapmak” kelimesini kullanmak, zihninizde çabalarınızın “sonuna kadar devam edeceği” yönünde karşıt bir illüzyon yaratır ve yola devam etmenizi sağlar.

Size kişisel bir soru sormak istiyorum. Bundan beş yıl sonra ne yapıyor olacaksınız? Nerede ve ne olacaksınız?

Pek çok kişinin “Sorunlarımı kontrol altına almak istiyorum. Ondan sonra, gidip birşeyler yapacağım” dediğini duyuyorum. Size küçük bir sır vereyim: Onları asla tam olarak “kontrol altına” alamazsınız. Peki ne olacak? Hayatınızı birşeyin olmasını bekleyerek mi harcayacaksınız, yoksa birşeyin olmasına siz mi sebep olacaksınız?

14 yıl önce bir tercih yaptım. 1999 yılında üniversiteden mezun olmaya karar verdim. Doktorlar, sara nöbetlerimin geçmesi konusunda pek ümit vermiyorlardı. Dahası testler, sorunlarımın bilişsel yetilerime zarar verdiğini gösteriyordu. Öyle ki, en kötü anlarımda IQ seviyem ciddi derecede düşüyordu.

Kararımı vermiştim. Nöbetlerime rağmen diplomamı alacaktım.

Ocak 2000’de Psikoloji bölümünden mezun oldum. Dört yıllık süreçte üç tip nöbet geçirdim: tonik-klonik (grand mal), parsiyel kompleks ve and petit mal. Yine de diplomam duvarımda asılı duruyor. Tam da mastır belgemin üstünde.

Yıllarca tonik klonik nöbet geçirmedim. Gördüğünüz gibi bu da bir hedefti.

Peki siz nerede olacaksınız? Bundan beş yıl sonrası yaklaşıyor. Bu konuda birşey yapamazsınız. Arayışınıza başlamadan önce koşullarınız ideal hale gelinceye kadar bekleyecek misiniz? Öyle ise, bu dünyadan ayrılma zamanı geldiğinde hâlâ bekliyor olabilirsiniz.

O halde, “deneyeceksiniz”. O halde başarısız olacaksınız. Hayatta denemenin ödülü yoktur, yalnızca yapmanın ödülü vardır! Hedeflerinizi belirleyin, işe koyulun ve başarın!
 
Referans : Lora Morrow

ÇAKIL TAŞLARI ve İKİ FİNCAN

Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman mayonez kavanozu ve 2 Fincan Kahveyi hatırlayınız! 
 Bir gün bir Felsefe profesörü, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;

Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler. Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur. Ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler, profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
Tabii Ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur.
Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.

Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' Diyerek;
Ben 'Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım ' Der.
Şöyle ki; Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir.

Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.
O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz,
eviniz, arabanız vs.

Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.

'Şayet Kavanoza önce kum doldurursanız. ..' diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taşlarına Ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır.

Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin . Gerisi hep kumdur.

Bu ara bir öğrenci sorar; 'Peki, O iki fincan kahve nedir?'
Profesör gülerek: 'Bu soruyu bekliyordum, Hayatınız ne Kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan Kahve içecek kadar yer vardır.
  
Anonim 

NASIL ETKİN DİNLERİZ ?

Şu sözler beni hep etkilemiştir “ İlginç olmayan konu yoktur. İlginç olmayan insanlar vardır.”
Karşınızdaki kişiyi dinlediğiniz takdirde onu sadece değerli kılmak dışında o kişiden yeni bir şeyler öğrenme imkanı elde edeceksiniz. Her insandan öğreneceğimizmutlaka  bir şeyler vardır, yeter ki birşeyler öğrenmenin keyfini anlayabilmek için enstanteneleri yakalayabilelim. Etkili dinlemede % 70 başarı karşınızdaki kişinin sözsüz iletişimini (beden dilini) dikkatli bir şekilde takip etmek ve uyum sağlamakla  oluyor. 
Etkili dinlemenin niye zor olduğunun bazı somut nedenleri vardır. Dinlemek zordur çünkü;
  • Ortalama bir insan 100-150 sözcük söylerken 400-600 sözcüğü dinleyebilir
  • Yetişkin beyninin ortalama dikkat süresi 12 saniyedir.
  • Etrafınızda ki kişelerle olan  iletişimde aynı frekansta olduğunuza dikkat edin
  • Zihin her söyleneni yorumlar. Yanlış anlaşılmalar işte bu boşlukları herkesin kendine göre doldurmasından kaynaklanır.
Nasıl daha etkili dinleyebiliriz. Bir kaç öneri
         Hem kulağınız, hem de zihninizle dinleyin.
         Empati kurun, kendinizi karşı tarafın yerine koyun.
         Göz teması kurun
         Sözel veya davranışsal mesajları iyi değerlendirin, gözlem yapın.
         Karşı tarafın söylediklerini başınızı öne eğerek onaylayın.
         Sabırlı olun ve konuşan kişinin sözünü kesmemeye özen gösterin. (En iyi yöntem karşınızdaki kişi konuşmasını bitirdikten sonra 5-6 saniye sessiz kalmaktır.)
         Sorular sorarak daha ayrıntı anlamaya çalışın.
         Anlamı bütünlüğü içinde yakalamaya çalışın.
         Söylenenleri anlayıp anlamadığınızı kontrol edin.
         Önyargılarınızın bilincinde olun.
         Açık görüşlü olun. Farkı fikirleri onaylamasanızda anlamaya çalışın.
          Konuyu özetleyin, kendi cümlelerinizle doğru şekilde ifade edin.
          Eleştiri yapmayın ve yargılayıcı olmayın.
         ‘‘Doğru – yanlış ’’ veya ‘‘haklı – haksız ’’ gibi ayrımlar yapmayın.
         Farklı açıları görmeye çalışın. Kişiye değil, görüşlere odaklanın; olayları kişileştirmeyin.
          Gerektiğinde notlar alın.
Dinlemenin temel amacı doğru değerlendirme yapmak ve uygun tepkiler vermektir. Yanlış tepki ve tepkisizlikler sadece iletişimi değil, ilişkileri de tahrip eder.
Aşağıdaki öyküde iletişim eksikliğinin nerede olduğunu belirlemeye çalışın:
“Bir bar sahibi gece 02.00’de mekanını kapattı ve uyumak için evine gitti. Yatağına gireli sadece beş dakika olmuştu ki telefon çaldı. Sarhoş olduğu açıkça belli olan bir adamın sorusunu duydu “Sabahleyin kaçta açarsınız?”. Bar sahibi çok sinirlenmişti, ahizeyi sert bir şekilde kapattı ve yatağa geri döndü. Birkaç dakika sonra telefon tekrar çaldı ve aynı sesin aynı soruyu sorduğunu duydu. Bar sahibi “Dinle!” diye bağırdı. “Kaçta açtığımı sormanın hiçbir anlamı yok, çünkü senin durumundaki bir insanı içeri almazdım..” Telefondaki ses araya girdi, “İçeri girmek istemiyorum, içeriden çıkmak istiyorum.”
İnsanın hayatta en temel ihtiyacı değerli ve önemli olduğunu hissetmektir. Samimi ve etkili dinlemek kişinin kendisini değerli hissetmesine katkıda bulunmaktır.

OLUMSUZLARA KARŞI HER ZAMAN SAĞIR OL


Kurbağalar yüksek bir kulenin tepesine çıkmak için yarışıyormuş. Seyirciler, kurbağaların bunu başaramayacağından o kadar eminmiş ki aralarında şöyle konuşuyorlarmış: “ Zavallılar… Hiçbir zaman başaramayacaklar!”
                                                                         

Gerçekten de, kurbağalar yavaşladıkça yavaşlamış, çoğu tırmanmaktan vazgeçmiş, yarışı bırakmış. Ama son kurbağa büyük bir gayret ile mücadelesini sürdürmüş ve kulenin tepesine çıkmış.

Herkes hep bir ağızdan sormuş:

- Nasıl başardın? 
Kurbağa oralı değilmiş. O anda farkına varmışlar ki… Kuleye çıkan kurbağa sağırmış

Kıssadan hisse:     Olumsuz düşünen insanları duymayın…
                               Onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar.


22 Ocak 2011 Cumartesi

“MİKADO'NUN ÇÖPLERİ” KISSADAN HİSSE

 “MİKADO'NUN ÇÖPLERİ”                 
                                                                                                   
Uzun yıllar önce, eski uzak doğuda Mikado adında bir kral varmış….oldukça yaşlıymış….fakat ilerlemiş yaşına rağmen,halkını birlik, beraberlik ve düzenli bir toplum içinde tutmayı ve çevresindeki krallıklara karşı güçlü olmayı başarmış….                                        

Kendisine bunun sırrı sorulduğunda, yaverlerini ve ileri gelenlerini bir araya toplamış…..başyaverine birkaç tane kibrit çöpü kalınlığında tahta çubuk getirtmesini emretmiş….getirilen çöplerin önce bir tanesini kırmasını istemiş yaverinden…tabi kolayca kırılmış tek bir çöp….sonra iki tanesini birleştirerek kırmasını istemiş….bu kez yaver, kırmakta zorlanmış….bu sefer kral, çöplerin hepsini bir araya toplamış ve o şekilde kırmasını istemiş….tabi ki hepsi bir araya geldiği için çöpleri kırmak mümkün olmamış….bunun üzerine kral orada bulunanlara şöyle demiş;

Bir toplumu yok etmek için en kolay yol; bölmektir….gördüğünüz gibi çöpleri tek tek kolayca kırabiliyorsunuz….oysa hepsi bir araya geldiğinde kırmak mümkün olmuyor…çünkü birlikten kuvvet doğar….bir toplumu ayakta tutan şey birliktir….işte o yüzden birleşin ve birliğinizin devamını sağlayın…..

Tarihi inceleyin, en büyük imparatorlukların yok olmasının nedeni birlik içinde olmayışlarıydı….Roma imparatorluğu önce doğu ve batı olarak ikiye bölündü ve sonra yıkılıp gitti….Göktürkler de yine ayni neden yüzünden yok olup gitmişlerdir…..ve bunlar gibi sayısız örnekler vardır tarihte…

İnsanların fikir ve düşünceleri farklı olabilir….ama bir toplumu birleştiren ortak değerler vardır….bayrak gibi,….milli marş gibi…bunlar insanlarda manevi duygular yaratan ve birliği sağlayan ortak değerlerdir….

Bir dilim ekmeği olduğu gibi yutmaya kalkışırsanız, boğulursunuz. Onu yutmak için lokmalara bölmeniz gerekir.

Bir toplumu yok etmek için de onu farklı gruplara bölmeniz gerekir. Bölmeniz gereken konunun hiç bir önemi yok. Çünkü insanlar, daima farklı görüşler içinde birbirleri ile tartışmaya, hizipleşmeye hazırdırlar. Bu konu; sağ, sol olabilir, din olabilir, etnik farklılık olabilir, futbol olabilir. Sonuçta insanlar birbirleri ile hemen her konuda farklı görüşler içersinde, birbirleri ile tartışmaya girebilirler. Ve tartışma ile meşgul olan bu insanlar, ayni mikado’nun çöpleri oyununda olduğu gibi birer birer çekilip alınır, yok edilir ve oyun bu şekilde biter.

Olayın kısaca özeti; ben’in bizden sessizce çekilip alınmasıdır. Ve sonunda ne ben kalır nede biz…

Peki, bir toplumun birlik ve beraberlik içinde olması kimlerin işine gelmez?

Tabi ki dünyaya hâkim olmayı amaçlayan süper güç devletlerin…

Amerika birleşik devletleri, askeri, siyasal ve ekonomik alanda tüm dünyaya hâkim olabilmek için, kendisine tehdit olarak gördüğü az gelişmiş ülkelerdeki cahil toplumları sinsice görüş ayrılıkları içersine çekmektedir.

Bir dönem sağcı ve solcu olarak bölünmeye çalışılan Türkiye, bugün dinci ve laik kesim olarak bölünmüştür. Şimdi ise Türk Kürt olarak bölünmek istenmektedir. Çünkü toplum birbiri ile hizipleşme içerisinde birbirini yerken, yönetimin illegal uygulamalarını kimse göremez, eleştiremez, asıl tehlikeyi fark edemez.

Gerek inanç, gerek etnik köken olsun insanları bölmekteki amaç hep aynidir; yok etmek…

Oysa bir toplumun içine fitne fesat sokup, onları fırkalara bölmek, Allah katında çok büyük bir suçtur.

Bu, kuranda şu ayet ile ifade edilir;

Fitne/baskı ve bozgunculuk, öldürmekten daha kötüdür. BAKARA SURESİ 191.

Ve bu süper güçler, gerçek amaçlarını gizleyebilmek için farklı bir ifade sergilerler;

Onlara, "Yeryüzünde bozgun çıkarmayın" dendiğinde, "Tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz" demişlerdir. Dikkat edin, gerçekte onlar, bozgun getirenlerin ta kendileridir de bunun bilincinde olmuyorlar. BAKARA SURESİ 11-12


 


En derin sevgi ve muhabbetlerimle
Cem TAŞÖZ




12 Ocak 2011 Çarşamba

BÖYLE İNSANLAR BAŞARILI O LA MAZ LAR

KÜÇÜK ŞEYLERİ DERT EDENLER....

KUSURSUZ OLAMAYACAĞINI KABULLENMEYENLER...

OLUMSUZ DÜŞÜNCE KARTOPUNU ÇIĞ GİBİ BÜYÜTENLER...

HAYATLARI BİLGİ TOPLAMAKLA GEÇENLER...

SABIRSIZLAR..

GERÇEĞİ KABUL ETMEK İSTEMEYENLER.

GÜLÜMSEMEYENLER...

KENDİLERİNE ZAMAN AYIRAMAYANLAR...

İŞE MUHATABINI ANLAMAYA ÇALIŞARAK BAŞLAMAYANLAR...

İYİ BİR DİNLEYİCİ OLAMAYANLAR.

TENKİT İŞTAHINI BASTIRAMAYANLAR.

ÖĞRENME ZAHMETİNE KATLANAMAYANLAR.

ERKEN KALKMAYA ALIŞMAYANLAR, SEHER VAKTİNİ UYUYARAK GEÇİRENLER...

İNATÇILAR.

PLANLARINDA ESNEK OLMAYANLAR.

MASUMİYETİ DEĞİL, GÜÇLÜLÜĞÜ GÖRMEYE ÇALIŞANLAR.

OKUMA ALIŞKANLIĞINI KAYBEDENLER...

ÖFKESİNİ YENEMEYENLER....

’’ BU DA GECER YAHU ’’ DİYEMEYENLER....

İRADESİNE HAKİM OLAMAYANLAR....

HERKESİN ONAYINI ALMAYA ÇALIŞANLAR.....

AYNI ANDA BİR KAÇ ŞEY YAPMAYA ÇALIŞANLAR....

KARMAŞANIN ORTASINDAKİ SÜKÜNET NOKTASINI BULAMAYANLAR....


BÖYLE İNSANLAR BAŞARILI  O- LA- MAZ- LAR...

MARİFETNAMEDEN "İnsan denen harika varlık"

" İnsan Denen Harika Varlık ”

 Bedenlerin yapılışı bildiren ilme anatomi ilmi denir. İmam-ı Şafii, önce beden ilmi, sonra dinlerin ilmi demekle Anatomi ilminin önemini belirtmiş oluyor.

Anatomi ilmi, doktorların sermayesi, yakın ehlinin, din ve dünya işleriyle Allah’ı bilmenin vasıta ve yardımcısıdır. Doktorlar, sırf meslekleri yönünden bu ilmi öğrenirler. Halbuki beden bilgisinden  Allah’ı bilmeye ve onun kudret ve azametini öğrenmeye çalışanlar, Allah bilgisine kavuşurlar.

   Anatomi öğrenmenin faydaları:

1-Aklın şaştığı ve hayret ettiği bu eseri ( bedeni) seyir etmekle bütün eşyanın benzerini taşıyan bu binayı, bu parlak yapıyı en güzel ve en mükemmel şekilde yaratan Cenab-ı Hak karşısında aczini anlar ve o büyük sanatkârın sonsuz kudretini (ilmel yakin) bilerek idrak edersin.

2-Bu harika eseri, bu incelikleriyle terkip eden ve süsleyen yaratıcın ne kadar bilgisi ve hakim olduğuna, yapanın şahadetiyle ( aynel yakın) görerek anlarsın.

3-Allahü Teâlâ nın sana olan lütuf ve inayetlerini , şefkât ve merhametini idrak edip ondan Allah’ın zaman seni terbiye ettiğini inanarak (Hakkal yakın) anlarsın.

    Çünkü; Cenab-ı Hak, vücud binası yapımında ve işleyişinde en ufak bir eksiklik bırakmadan en mükemmel bir şekilde kurmuştur. Cenab-ı Hak’kın bu lûtuf ve keremi yalnız insanlara mahsus değildir. Belki 18 bin âlemi kaplar, atlar, kediler, vahşi hayvanlar, kuşlar, sürüngenler, arılar, karıncalar... hepsinin yaşama ve korunmaları sağlayan kusursuz, eksiksiz yapı ve işleyişe sahip bir bedenle yaratılmıştır.

     Anatomi ilmi, insan nefsini bilmenin ve bu yönden marife-tullah (Allah’ı bilme) varmanın anahtarıdır. Fakat nefis bilgisi, Allah bilgisine oranla güneşten bir zerre, denizden damla gibidir.

     Beden, bir merkeptir. Nefis onun binicisidir. Gaye, Allah’ı bilmektir. Bir insan, kendi beden ve nefsini idrak etmeden Allah’ı bilirim iddiasında bulunsa, bu bir müflis gibidir. Yiyeceği içeceği bulunmayan bir kimsenin şehir halkı ziyafete çağırmasına benzer. Onun için insana, evvelâ kendi nefsini bilmesi, sonra Allah’a yönelmesi gerekir ki, o zaman sevgiye, sevgilisine ve muradına nail olabilirsin. Çünkü; kendini bilme Allah’ı bilmeyi gerektirdiği gibi, Allah’ı bilmek de onun sevgisini çağırır ve ona kavuşmayı sonuçlandırır.


Marifetname sayfa 31- 32 İbrahim Hakkı Erzurumi

BEYNİMİZİ DURDURAN 10 FREN

BEYNİMİZİ DURDURAN 10 FREN.

Vücudumuzu yöneten beynin, bazı baskılarla görevini yapamaz hale geldiği biliniyor. Yapılan bir araştırmada beynin düşünce ve tasarım yeteneğini en çok korku ve stresin engellediği belirlenmiş.

Beynin pırıltısını önleyen 10 unsur ise şöyle sıralanıyor:
Korku: Düşünceleri felce uğratıyor ve sağlıklı düşünmeyi engelliyor. Bu durumda kesin olarak korkunuzun kaynağını bulmanız gerekiyor.
Stres: Beyni en fazla durduran stres, fazla yüklenme anlamına geliyor. Çözüm: Görev dağılımı yapın, reddetmeyi öğrenin ve çok vaatte bulunmayı terkedin. En önemlisi de kalbinizi takviye edip, huzura kavuşturun. Bunu nasıl yapacağınızı biliyorsunuz.
Telaş
:Yeteri kadar zaman olmadığını düşünüyorsanız, birinci derece önemli ile ikinci derece önemli ayırımı yapın.
Kurallar
: Düşünmenizi engelleyen ilkelerinizi gözden geçirin ve kontrol edin.
Rutin olmak: Tek düze giden haya-tınızda değişik uğraşılar bulun. Yeni şeyler keşfetmeye açık olun. Malum, rutin dışına çıkmak moda.
Dikkat:Yeni şeyler keşfetmek ve tasarlamak için dikkat şart. Ancak çokça dikkatinizi çeken ve sizi rahatsız eden şeyi ortadan kaldırın. (Amman yanlış anlaşılmasın; yok edin değil, gözünüzden uzak tutun.)
Zaman baskısı: Yapacaklarınızı planlayın ancak ertelemeyin. Planınızı şartlara göre güncelleştirin.
Şüphe: Beyninizi kemiren bu hastalıktan kendinize güven duymakla sıyrılabilirsiniz. Kendinize güveninizi bir şeyi başarmak ve sonuca erdirmekle kazanabilirsiniz.
İsteksizlik
: Yaptığınız şeyden hoşlanmıyorsanız, sevebileceğiniz yeni hedefler arayın. Hedef sözünü de çekip uzatmayın. Yani yeni işler, yeni amaçlar.
Kararsızlık: Kararsızlığın ilacı; bilgisine ve tecrübesine güvendiğiniz insanlarla danışarak alacağınız kararlardır.

KISSADAN HİSSE (1) .. YOLUMUZDAKİ ENGELLER

KISSADAN HİSSE .. YOLUMUZDAKİ ENGELLER



  Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu.

Bakalım neler olacaktı? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.

Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti.

Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı .. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde ..”Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir” diyordu kral.
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

”Her engel, yaşam koşullarızı daha
iyileştirecek bir fırsattır ..”

HAYATIN ÖZETİ


Kendini kendinle topla...
Herkes biliyor ki:
Herkes için her şey olamazsın
Her şeyi bir anda yapamazsın.
Her şeyi mükemmel yapamazsın.
Her şeyi herkesten iyi yapamazsın.
Sen de herkes gibi bir insansın.


Öyleyse:
En azından, birisi için önemli bir şey ol.
Bir anda sadece bir şey yap.
Bir şeyleri hep eksik bırakacağını hatırla.
Bir şeyi herkesten iyi yapmaya bak.
Böylece hiç kimsenin “senin gibi” olamadığını gör.
Herkesin herkes gibi olmaya çalıştığı yerde,
Sen “sen” ol, böylece herkesten daha iyi ol...

BEDEN DİLİMİZ

BEDEN DİLİNİN KISA ÖZETİ

1. Göz ilişkisi: İnsanların yüzüne bakanlar, bakmayanlardan daha çok  hoşa gider. (Göz teması)

2. Yüz ifadesi: Canlı olun. Mümkün olduğu kadar sıcak ve dostça  tebessüm edin ve gülün. Yüzünüz çevreye olan ilgisi yansıtsın.

3. Baş hareketleri: Karşızdaki konuşurken sık sık başızı aşağı  yukarı hareket ettirerek onu anladığızı ve dinlediğinizi  hissettirin. Başızı hafif dik tutun

4. Jestler: Çok aşırıya gitmeden jestlerinizi kullanın.Ellerinizi  cebinizde tutmaktan ve kollarızı kavuşturmaktan, ellerinizle  ağzızı örtmekten kaçın. Açık ve anlaşılır jestleri tercih edin

5. Postür (Beden Duruşu): Ayakta iseniz dik durun: Oturuyorsanız  sandalye ve koltuğunuzu tam olarak doldurun ve arkanıza yaslanın.  Birisi ile konuşurken ve birisi doğrudan sizinle konuşurken öne  eğilin ve ilginizi gösterin

6. Yakınlık: İnsanlara daima onları rahatsız etmeyecek, mümkün  olanın yakın mesafede durmaya gayret edin

7. Yöneliş: Daima konuştuğunuz ve sizinle konuşan insana dönük  olun.İkiden fazla insanla bir gurup oluşturuyorsanız, sizin için  önemli olanların dışındakilere merkezinizi kapatmayın. Mümkün olduğu  kadar çok kişiye merkezinizi açık tutun.

8. Bedensel temas: İnsanları tedirgin etmeden, mümkün olan her  durumda bedensel teması kullanın Özellikle sizlerden gençlere, aynı  cinsiyetten olanlara, sizlerden daha alt statüde olanlarla bedensel  teması kurmak için her fırsatı değerlendirin

9. Dış görünüş: Grup normlarına , toplumsal rol ve statünüze uygun  giyinin. Giyiminize mümkün olduğunca renk katın.

10. Konuşmanın sözel özellikleri: Çok fazla ve çok hızlı konuşmaktan  kaçın Bir topluluk içinde dinlediğinize yakın konuşun.Sesinizin  yüksekliğini ve tonunu , bulunduğunuz çevreye göre ayarlayın

Sizin paraşütünüzü kim hazırlıyor ?

Sizin paraşütünüzü kim hazırlıyor ?

Charles Plumb Vietnam’da savaşmış Amerikalı bir savaş pilotuydu. 75 başarılı sortiden sonra, uçağına isabet eden bir füze tarafından vurulmuştu. Uçak tam düşecekken, fırlatma kolunu çekerek uçaktan atlamıştı. Paraşütü açılmış, sağ olarak yere inmiş ancak düşman eline geçmişti. Yakalandıktan sonra, altı yılını Vietnam hapishanesinde geçiren Plumb, sonunda bu zor dönemi atlatarak özgürlüğüne kavuşmuştu.

Şimdi ise yaşadığı bu önemli deneyimin yaşam dersini, verdiği seminerlerde dinleyicileriyle paylaşmakta.

Bir gün Plumb ve karısı bir restoranda otururlarken, yan masada oturan adamlardan biri yanlarına gelir ve şöyle der: - Seni tanıdım, sen Plumb’sın. Sen Kitty Hawk savaş gemisinden savaş jetiyle Vietnam’a uçan kişisin. Ve orada vuruldun. - İnanamıyorum. Bu imkansız nasıl bunu bilebilirsin?, der Plumb. - Çok iyi biliyorum. Çünkü senin paraşütünü ben hazırlamıştım. Plumb büyük bir sevinç ve minnetle ayağa kalkar ve ona sarılır. Adam "Sanırım paraşüt sana bir problem çıkartmamış" der.

Plumb ise "Eğer çıkartmış olsaydı bugün seninle burada konuşuyor olamazdım" diye cevap verir. Plumb o gece hiç uyuyamaz, hep o adamı düşünür durur. Acaba deniz kuvvetlerindeyken nasıldı? Kime benziyordu? Beyaz şapkası, lacivert fuları, metal düğmeli ceketiyle yüzlercesinin arasından onu nasıl ayırt edip hatırlayabilecekti. Kim bilir kaç sabah onu görüp ona, bırak "Nasılsın" demeyi nasıl "Günaydın" bile demediğini düşündü. Ne de olsa o bir savaş pilotuydu, diğeri ise sıradan bir denizci.

O denizci kim bilir günde kaç saat, geminin karanlık hangarında, tahta masaların üstünde, onca ipi ve ipek kumaşları bir cerrah titizliğiyle katlayıp paraşütleri hazırlıyordu. Kim bilir kaç kez elleri bir başkasının kaderini örüyordu. Kim bilir bu eller kaç kez başkasının yaşama tutunmasına yardımcı olmuştu. Üstelik bu kişilerin kim olacağını hiç bilmeden. Şimdi ise Plumb, seminerlerinde her gün şu soruyu soruyor: "Sizin paraşütünüzü kim hazırlıyor? Herkesin etrafında, onun için bir şeyler yapan, onun hayatını kolaylaştıran, değerli kılan birileri vardır. Sizin paraşütlerinizi hazırlayan kimler?" Ve ekliyor: "Düşman tarafına düştüğümde sadece bir paraşütüm yoktu. Birçok paraşütüm vardı.

Fiziksel paraşütüm, zihinsel paraşütüm, duygusal paraşütüm ve spritüel paraşütüm benimle birlikteydi. Bunların desteği olmasaydı güvende olamazdım ve başaramazdım". Bazen gündelik yaşam kavgasının içinde yer almak, bize yaşamda neyin önemli olduğunu unutturmaya yetiyor. Bizim için iyi bir şeyler yapanlara, kendisi ve başkaları için bir şeyler yapanlara ve başaranlara, bir ’merhaba’yı, ’nasılsın’ı, ’teşekkür ederim’i, ’tebrikleri söylemeyebiliyoruz.

Oysa unutulan bu küçük kelimelerin anlamları ’onlar’ için çok büyük olduğu gibi, bizim için de çok büyük olmalı. Yapılanı takdir etmek? Kaçımız becerebiliyoruz bunu, samimiyetle cevap verelim. Kaçımız bizim hayatımızı kurtaran ve kolaylaştıran kişileri tanıyor ve onlara minnet duymayı biliyoruz. Bu değerler aynı zamanda bizi ’insan’ yapan değerlerdir. Bu hafta, bu ay, bu yıl bitmeden lütfen siz de, sizin paraşütünüzü hazırlayanlara hiç değilse bir teşekkür etmeyi unutmayın. Başkalarının paraşütünü siz hazırlayın ve onları yaşama bağlamayı deneyin.

Unutmayalım ki..!!, herkesin paraşütünü kullanacağı bir gün vardır.

Ya bugün ya yarın ama mutlaka bir gün.

İNSANI OKUMA , ANLAMA SANATI  İLE  PROFESYONEL OLMANIN KURALLARI

     Makine ile insanı karşılaştırdığımız zaman: makine başlangıçta karmaşık gelir ancak kurallarını öğrendikten sonra kullanımı basitleşir. İnsan ise başlangıçta basit daha sonra karmaşıklaşır. İnsan yapılan hiçbir işi beğenmeyip başkalarını taklit ve göz ardı eder. Dolayısıyla makine ile insan arasında bir fark var, o da şudur aynı kuralları insana yüklenemez.
     Dinler, ide, düşünce  akımları ideal insan tipini tanımlamaya çalışıyorlar ve bu noktada üzerinde anlaştıkları bazı genel kriterler ve özellikler vardır.

     Kişinin mutluluğu ancak yaptığı işi sevmesi ile mümkündür. Aksi takdirde fiziksel ve ruhsal bozukluklara yal açabilir. O yüzden insanın ilk olarak sorumluluk alması şart. İki tür sorumluluk vardır: ilki, Dışsal Sorumluluk: mekanik aktörlük diyebileceğimiz bu sorumluluk tarzına kişi kendi performansını başkalarına göstermek zorunda. İkincisi, içsel sorumluluk: bu sorumluluk tarzı ise kalpten gelir, kişinin kendi işini sevmesi ile ilgilidir. İşini seven bireyin motivasyonu artacağı gibi duygusal olarak da işene bağlanır. Böylece akış içinde olan insan dikkati bölünmez ve yaptığı işe odaklanınca performansı yükselir ve başka şeylerle ilgilenmez. Buna ise işine gönül vermek denir.

     Toplum olarak şekilci bir toplumuz. Örneğin, çoğu zaman anne-babalar çocuklarına kendi istedikleri ya da hayatta gerçekleştirmek istedikleri ancak gerçekleştiremedikleri meslekleri seçmeleri için ya baskı kurarlar ya da çocuklarını o yönde eğitirler. Sonuçta bunun arkasından gelen iş tatminsizliği, ne istediğini bilememe, kendine güven duymayan çocuklara sahip olurlar bununla kalmayıp olayı suçlamaya bile vardırırlar: benim oğlum bina okur, döner döner gene okur hesabı.

     Evet şekilci bir toplumuz dolayısıyla bunun yanlış olduğunu bunun yerine anna-babalar “oğlum/kızım büyüdüğünde kendi seçtiği, sevdiği işte çalışacak” anlayışı ile çocukların yetiştirmeleri gerekir.

     “Her eserde bir emek vardır ama emeğin içinde gönül varsa o yapılan eser taş yığını, betan parçası ya da makine olmaktan çıkar bir evlat olur.”  Peki işte nasıl başarılı olunur? gibi bir soru karşımıza çıktığında nasıl bir cevap verebiliriz, diye düşündüğümüzde şu yanıtları vermek ve onlara sımsıkı sarılarak uygulamak bize mutlaka bir gün başarıyı getirecektir.
-         disiplinli çalışmak
-         planlı okuma alışkanlığını kazanmak
-         duygusal zekamızı (EQ) –kibar ve nazik olma- geliştirmek,
-         her şeye rağmen gülümseyebilmek
-         ve sürekli öğrenmeyi ilke edinerek.

SEMPATİ VE EMPATİ


     Sempati: acı ve sevinçlerimizi paylaşmamızı sağlar. Sempati de yandaşlık esastır. Sürekli değil, kısa bir zaman dilimi için geçerlidir. Akıl ve mantık süzgecinden geçmediği için tek başına sağlıklı bir iletişim kurmak için yeterli değildir.

     Empati: empatik yaklaşım başkalarını doğru ve samimi bir şekilde anlamaktır. Akıl ve mantık süzgecinden geçtiği için sürekli ve sağlıklı bir iletişim kurmamızı sağlar. Empatide aynı duygu ve görüşleri paylaşmamız gerekmez sadece anlamak yeterlidir.

EQ –DUYGUSAL ZEKA- VE IQ –AKILCI ZEKA-

     Yapılan araştırmalarda akılcı zekası yüksek fakat duygusal zekası düşük olan birinin başarı sağlaması çok güç. Burada önemli olan akılcı zeka ile duygusal zeka arasında bir denge oluşturabilmek.
     İnsana dair her şey zor olduğu gibi iş yaşamı da zordur. Çünkü diğerleri vardır dolayısıyla diğerlerinin bakış açısıyla yaklaşabilmek gerekir.
     İkna etme, hoşgörü, esneklik, motivasyon, nefsini kontrol edebilme, alçak gönüllü olabilme ve azim; bunların tümü ve bezerleri duygusal zekamızla gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerdir. Duygusal zeka doğuştan gelen bir özellik değildir, eğitimle geliştirilebilir.
     EQ’ su düşük olan birisi çeşitli sorunlar yaşayabilir: psikolojik, sosyal, zihinsel ve fiziksel sorunlar. İletişimi kontrolü altına alıp çaba harcayarak daha iyi iletişim kurulabilir. Zeka geliştirilebilir

     Beyinde bulunan amigdala, beş duyu organımızla aldığımız duyumlar dışında aynı zamanda sevgi, nefret, öfke, kıskançlık ve şüphe gibi duyguları da kontrol eder. Bu tür duygular kontrol edilmediği zamanlar insanın hayatını mahvediyor. Bunlar duygusal zeka ile çözümlenmediği zaman çeşitli fiziksel hastalıklara yol açar. Çünkü bunlar amigdalada birikiyor ve çıkış yolu bulamadığı zaman patlıyor. Bunun sonucunda hipertansiyon, ülser vs. gibi hastalıklara yol açabiliyor.
      Çok küçük yaşta akılcı ile duygusal zekanın dengede tutulması daha sonraki yaşlarda daha sağlıklı bir kişiliğe sahip olmak için birebirdir.

OPTİMİSTİK VE PESSİMİSTİK

     Depremin ne zaman olacağını bilemeyiz ama yapıları (çimento, demir, beton miktarını ayarlayarak) depreme  dayanaklı binalar yaptırabiliriz.
     Pessimistik: kötü niyetli ve menfaatperest; her fırsatta bir felakete
     Optimistik: her felakette bir fırsata yol açar.
     Mesela, bazı insanlar her işte parmak izi ararlar. Sabah kalktığınızda pencereden dışarıya bakıp “şu boğaz manzarası ne güzel herhalde dünyada eşi benzeri yok dediğinizde bir başkası da evet ama camdaki parmak izleri de olmasa” demesi gibi.
    Evet, başarının % 1’i ilham % 99’u alınteri’dir. Dolayısıyla başarı öğrenmeyle, çabayla, azim ve istekle gelir. Dayak ile değil. Duygular için düşünceler, düşünceler içinde duygular gereklidir. Yani ikisi birbirinden bağımsız gibi görünse de aslında birbirine bağlıdır ve birinin olmadığı durumda diğerinin sağlıklı bir şekilde işlemesi mümkün değil. Düşünceler, geminin dümeni; duygular ise yakıtıdır. Tutkular, dengeyi bozduğunda EQ, IQ’ yu bastırır ve aşırılıklar başlar.

İŞ ARKADAŞLARIYLA İYİ İLETİŞİM


     Kişileri değerlendirirken, kızdığımızda ya da çok fazla sevdiğimizde EQ seviyesini gözardı eder ve sadece davranışlarıyla değerlendirme eğilimindeyiz. Dolayısıyla, çoğu zaman sorunlar yaşarız. Peki  bunu aşmak için ne yapmalıyız; öncelikle, kişiyi dinlemeyi, sabırlı ve sakin olmayı, sen şöylesin gibi yargılamalardan kaçınmayı öğrenip, hata varsa hatayı kişinin kendisinin bulup çözmesini sağlayacak yöntemler geliştirmeliyiz. Belki şu söz bize yardımcı olabilir. “değiştirebileceklerim için güç, değiştiremeyeceklerim için sabır, ikisini birbirinden ayırabilmem için aklı selim” ver.
       İyi iletişimi sağlayan diğer temel unsurlardan bir tanesi de dürüstlüktür. Orta doğu Teknik Üniversitesi’nde gerçekleşen şu olay bir  ders niteliğini taşıyacak önemdedir.
                            
                                “ODTÜ’ de matematik ikinci sınıfların sınavı yapılmaktadır. Geç kalan üç öğrenci sınıfa girer ve Prof. a – hocam, arabamızın lastiği patladı, o yüzden geç kaldık. Bize sınav hakkı verin.- derler. Prof. da – tamam. -  der. – Pazartesi gelin, size sınav yapalım.- Pazartesi, Prof., üç öğrenciyi ayrı ayrı sınıflarda sınava sokar. Sınavda tek soru vardır:  “arabanızın hangi tekeri patladı?” sonuçta üç öğrenci de o dersten kalır.

                                              

EKİP RUHU


     Ekip ruhu, sürekli karşımıza çıkan sadece bir terimden ibaret değildir, başarının sırrı da kaynağı da ondadır. Ancak yaratıcılığa, karşılıklı yardımlaşmaya, bireyin kendini gerçekleştirme imkanının olduğu bir ekip ruhunun gerçek başarıya ulaşacağı kuşkusuzdur. Ekip ruhu, bireyin ekipte kendini kaybetmesi, ekibin içinde kaybolup gitmesi, insiyatifsiz kalması, ve nasıl olsa benim katkım gözükmeyecek şeklinde çıkarımlar yapması demek değildir. Ekip ruhu, birilerinin öne çıktığı diğerlerinin ise ödüllendirilmediği bir durumda sağlanamayacağı gibi ekip ruhunu köstekleyecek, kıskançlığı, çekememezliği, ve çeşitli sorunları da beraberinde getirecektir.

Ekip ruhunun en güzel örneğini KAFKAS FOLKLOR ekibinde görebiliriz. Takım çalışmasının getirdiği başarı, ile bireyin yeteneklerini sergilediği diğerlerinin ise bunu kıskandığı değil alkışlayarak ödüllendirdiği ve tüm yüreğiyle çalıştığı ve başarıya inandığını görmek mümkün.

Akılcı zekası yüksek ancak duygusal zekası düşük olan birisinin sorun yaşaması kaçınılmazdır. Çünkü iyi iletişim kuramaz, görüşlerini açık seçik ifade edemez dolayısıyla da verimi düşer. Bu da beraberinde iş yerinin duygusal seviyesi düşer. Karizma savaşları başlar ve dedikoduyla biter.
       Yapılan araştırmalar da çalışanların işten ayrılmalarının nedeninin % 46 sına
-         takdir edilmeme
-         verilen sözün yerine getirilmemesi
-         görev tanımının olmaması
-         sorumluluk duygusunun yeterince gelişmemesi
-         kariyer yolunun iyi planlanamaması
-         yönetici ile sorun yaşama gibi faktörler yol açıyor                                                      

DUYGUSAL YETENEKLER


İnsanın kendine yönelik:
-         Kendi duygularını yönetmesi
-         Stresle başa çıkma
-         Kendi kendini motive etme

Çevreye karşı:
-         Empatik yaklaşım (diğerlerini anlama)
-         Kıskançlığın olmadığı
-         Sinerji yaratma

     Sadece iş yerinde değil aynı zamanda sosyal yaşantıda da ahenk ve harmoninin olması için insana önem verilmesi gerekir. Örneğin, bir iş yerinde yöneticilerin yapması gerekenler arasında çalışanın,

-         Ben varım
-         Ben doğalım
-         Ben sevilmeye layığım
-         Ben değerliyim
-         Ben güçlüyüm
                                   gibi hislerine hitap etmesi ve bunları ona aşılaması gerekir.  

     Kendini sevilmeye layık görmeyen, değerli olduğuna inanmayan birisinden ne kadar verim alabilirsiniz ki ya da işine önem vermesini beklemek ne kadar doğru olabilir ki?

YÖNETİM

     
     Korku ile insan yönetilme zamanı tarihe karıştı artık. El pençe durarak insan yönetmek zamanı geçti.
      Hiç kimse mükemmel değil dolayısıyla insanın hata yapması kaçınılmazdır. Önemli olan iki kere tekrar etmemek ve hatanın tekrar oluşmaması için gereken durumları önceden tespit edip ona göre önlem almaktır.

      Beden diline, kibarlığa ve karşılıklı görüş alış fikrine alışmalıyız. Sorunları konuşarak, siyasi bir kılıf içine sokmayarak masaya yatırıp çözmeye çalışmak ve iyi ve sağlıklı ilişkiler kurarak üstesinden gelmek gerekir. 
 

PROFESYONELLİĞİN 20 KURALI


1)      Profesyonel amatör ruhunu taşır
2)      işe hakimdir.
3)      iş tanımında görev alır.
4)      mesai saatlerini aşsa da işini bitirir.
5)      bilgiyi üstlerini ikna ederek elde eder.
6)      mevcut şartlarda alın teriyle çalışır.
7)      sürekli olarak işini daha iyi yapmanın yolunu bulur ve üstlerine öneri getirir.
8)      hatasını kabul eder, ders alır ve iki kere tekrar etmemek için çabalar.
9)      karşısındakini dinlemek için çalışır.
10)  söz verir ve gerçekleştirir. Güven yaratmak için verdiği sözü tutar.
11)  iyi bir iletişim kurar. Düşüncesini net bir şekilde açıklar.
12)  bilgi düzeyini güncel tutar. Sürekli öğrenme çabasındadır.
13)  gücünü aile, arkadaştan değil; bilgi, deneyim ve yeteneklerinden alır.  
14)  “hayır” diyebilendir.
15)  eleştirilerden alınmaz, ders alır.
16)  ölçülüdür ve hakkaniyete inanır.
17)  söyledikleri ile yaptıkları arasında paralellik kurar.
18)  özel ve iş hayatında başarılı olmak için bedenine önem verir.
19)  duygusal zeka ile akılcı zeka arasında denge kurar
20)  kendini disipline eder.  


İLETİŞİM

                       İletişim
                                      “bir canın bir diğer cana ulaşabilmesidir.”
                                                                                         Doğan Cüceloğlu

“iletişim kur ya da öl ilkesiyle hareket edip, ikna edebilme yeteneğini kullanıp var olan durumları analiz ederek daha sağlıklı iletişim kurabilmek ve böylece sorunların oluşmasına sebebiyet veren zeminin oluşmasına engel olmak.

        Her insanın içinde potansiyel vardır yeter ki o potansiyeli ortaya çıkaralım.

Sevgi Ve Muhabetlerimle