6 Aralık 2011 Salı

SİZİ DEĞİŞTİRECEK TEK KİŞİ YİNE SİZSİNİZ


Bir ustanın söylediği gibi; "Bu gün hayatınızın geri kalan kısmının ilk günüdür." Önünüzdeki hayatın ilk gününde ne yapmayı, bundan sonra devam eden hayatınızı nasıl geçirmeyi düşünüyorsunuz?
Bu düşünceyi milat sayıp kendi yaşamınıza dönük yeni kararlar verebilirsiniz. "İnsanların verebileceği en önemli karar kendi yaşamlarıyla ilgili kararlardır. Benim yaşamım sıradan, sürüden bir hayat mı olacak, yoksa kendine özgü hedefleri olan olağanüstü bir hayat mı olacak?" der Doğan Cüceloğlu.
Nasıl bir gelecek istediğiniz size bağlı. Bu bir seçim. Biokompütürünüze istediğiniz programı yükleyebilirsiniz. Hayata anlam katmak, onu verimli kılmak sizin elinizde. Manevi değerleri yaşamak, yaşatmak, evrensel değerlerle barışık olmak sizin elinizde. Bunun tersini düşünmek de sizin elinizde; acıyı, hüznü, olumsuzlukları, arabesk bir hayatı seçmek gibi...
Gelecek günlerinizin geçmiş günlerinize benzemesini ister misiniz? Umuda yolculuğunuzu yarıda kesmek ister misiniz?  "ŞİMDİ BURADA"yı, yani ŞİMDİ´yi, içinde bulunduğunuz "AN"ı nasıl yaşıyorsanız kendinizi geleceğe o modda, o duygu içinde taşıyorsunuz demektir. Dönüp geriye bakıyorsanız  "ŞİMDİ"yi atlıyor, "ŞİMDİ"yi yaşamıyorsunuz demektir. Eğer "şimdide" olup bitenlere kulak verirseniz dün-bügün-yarın bağlamında varsınız demektir. Dün zaten yaşandı. Bu gün sizi yarına bağlıyor.
Anlamlı ve doyumlu yaşayıp onu yarınlara taşımak ister misiniz?
Yaşamınızı hep acil, ama önemsiz işlere mi, yoksa kendinizi geliştirecek önemli işlere mi tahsis edersiniz?
Ümitsizliğe düşmeden "BU GÜN YARINDIR" düşüncesiyle hayatınızın geri kalan kısmının ilk gününde geleceğe köprü kurmak da sizin elinizde.
"Sizi değiştirecek tek kişi sizsiniz".
Keyifle okuyup istifade ettiğim, günü birlik ilişkilerde anlattığım Shad Helmstetter´in bir öyküsünü sizinle paylaşmak istiyorum.
"Zihinsel apartman daireniz"     
Bir an için zihinsel bir apartman dairesini, düşüncelerinizde yaşadığınız bir yeri hayal edin. Bu zihinsel daire kendiniz ve çevrenizle ilgili düşündüğünüz her şey ile döşenmiş olsun. Bu zihinsel apartman dairesindeki eşyaların çoğu kullanılmış eşyalardır. Bu eşyalar bize ana-babalarımız, arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz ve bilinçaltımızı programlamaya yardımcı olmuş herkesten geçmiş eski olumsuz düşünme tarzlarıdır. Sakladığımız ve zihinsel apartman dairemizde kullandığımız eşyaları bu insanlardan almışızdır.
Eşyaların (olumsuz düşüncelerimizin) çoğunun elden düşme ve eski olduklarını hayal edin. Eski yıpranmış kanape sarkıyor, sandalyeler kırılmış, sert bir biçimde oturulduğu takdirde kırılmaya hazır. Duvarlarda sararmış sormuş resimler. Mutfak masası eğri duruyor. Tabakların uçları kırılmış ve çatlak, hiçbir fincanın kulpu yok, uzun bir süre önce kopmuş. Yatak yaylarının spiralleri aradan görülüyor, paslı ve eğrilmiş. Yerdeki kilimde yama ve delikler var.
Şimdi diyelim ki evinize gelip bütün bu eski eşyalardan kurtulmanıza yrdımcı olmayı kabul ediyorum. Size eski olumsuz düşüncelerinizden kurtulmanıza yardımcı olacağımı söylüyorum. Bütün o ikinci el eşyalarınızı dışarı taşıyıp garaja depoluyoruz. Her parçayı, her tabağı, kilimi, masayı, yatağı, kanapeyi ve sandalyeyi kaldırıyoruz. İçimizdeki eski ve olumsuz inancı dışarı çıkarıyor güzden uzak bir yerde saklıyoruz. Böylece ben sizden ayrılıyorum. Ben ayrıldıktan sonra siz zihinsel apartman dairenizin ortasında duruyorsunuz. Bomboş ve tertemiz. Görünürde ne bir olumsuz düşünce, ne bir kanepe, ne bir resim, ne de bir sandalye var. Etrafınıza bakıp düşünüyorsunuz. "Bu mükemmel bütün eski olumsuz düşüncelerimden kurtuldum. Simdi olumlu düşünen biri olabilirim". Zihinsel apartman dairenizde yürüyor. Sonra biraz daha ayakta duruyorsunuz. O akşam biraz daha geç bir vakitte kendiniz ve boş bir apartman dairesi dışında hiç bir şey olmayan bir yerde bir iki saat vakit geçirdikten sonra ne yapabileceğinizi tahmin ediyorsunuz?
Dışarıya eski eşyaları depoladığınız garaja gidip bir tane sandalye alacak, bir masa, ve belki bir iki tabak getireceksiniz.
Bizler en çok, en fazla birlikte yaşadığımız düşüncelerle rahat ederiz. Bu düşüncelerin bizim için en iyi düşünceler olup olmaması önem taşımaz. Bizim bildiğimiz onlardır. Kendimizi yanında en güvenli hissettiğimiz şeylerdir onlar. Kısa sürede eski sadık TV´nizi bile getirmiş olabilirsiniz. Birer birer eski zamanın yıprattığı olumsuz düşüncelerinizi zihinsel apartman dairenize getirmeye başlayacaksınız. Neden? Size eski eşyaları taşımanıza yardımcı olduğum zaman onların yerine koymak için yeni eşya vermedim. Eski olumsuz düşüncelerin yerine koymak için yeni olumlu düşünceler vermedim.
Olumsuz düşünceyi durdurmaya karar verdiğiniz ve eskinin yerine koyacağınız hazır, yeni olumlu kelimeleriniz olmadığı zaman geçmişin eski, rahat, olumsuz, içe dönük kelimelerine döneceksiniz. Eski eşyalarınızdan kurtulup onları garaja sakladıysanız ve yerine koyacak yeni eşyanız yoksa üç hafta içinde sizi tekrar ziyaret edecek olsaydım, bütün eski eşyalarınızı tekrar apartman dairenize taşımış olacaktınız. Muhtemelen onları yeniden düzenleyip farklı görünmelerini sağlayacaktınız. Ama aynı eski eşyalar; ilk  etapta sahip olduğunuz aynı eski programlama olacaktı.
"Eskiyi yeni ile değiştirin"
Öyle ise bunun yerine, zihinsel apartman dairenizi yeni eşyalarla donatın.  Zihinsel apartman dairenizde şöyle bir yürüyün. Ve etrafınıza bakın. Gördüğünüz oldukça güzel bir manzaradır. Bir zamanlar parçalanmış umutlar ve kırılmış hayaller şimdi heyecan verici ışıl ışıl başlangıçlarla doludur. Yeni zihinsel eşyalar kendine güvenin sağlam ayakları üzerinde durur. Sinir bozukluğunu ve sessiz teslimiyeti, başarı umudu ve inancın şevkiyle değiştiriniz.
“Bu gün hayatınızın geri kalan ilk günüdür”.  Olumlu düşünce üretmek sizin elinizde.  Haydi niyet edelim, “Niyet ettim değişmeye”. Anlamlı, doyumlu, sağlıklı ve çoşkulu bir yaşam dileğiyle...

4 Aralık 2011 Pazar

BİRBİRİMİZE HİZMET ETME ANLAYIŞI NEDİR?


BİRBİRİMİZE HİZMET ETMEK 
         
Günümüzde bir çok yönetim anlayışı, çalışma  stratejileri  ortalarda dolanıp duruyor. Hepsinin ayrı bir işleyişi ve sağlayacağı ayrı faydaları mevcut. İşletme literatüründe  sık sık geçen  sinerji, ekip çalışması, yönetimin yassılaşması ve iç müşteri kavramları vs. gibi.
Bizde uzunca bir süredir bu kavramlar üzerinde yoğunlaşarak, çeşitli eğitimler alıyor, sabahları sinerji toplantıları yapıyor ve öğrendiklerimizi bir nebzede olsa gerek iş hayatımızda gerekse kişisel ilişkilerimizde kullanmaya çalışıyoruz.  Böyle bir yönetim anlayış içinde yer alan bizler için zeki, bilgili, tecrübeli olmak  iyi sonuç alınması için yeterli mi acaba?
Ekip çalışması bir yandan bireylerin ortak zihin şemalarına sahip olmalarına, diğer taraftan da ortak bir değer sistemine sahip olmalarına ihtiyaç göstermektedir. Uyumlu bir çalışma ve yüksek performans, iyi bir ekip çalışmasının sonucudur. Yapılan tüm çalışmalar bunu kanıtlamıştır. Peki  iyi bir  ekip çalışması için kişilerde hangi özelliklerin bulunması lazım.
 İşte birkaç madde de bu özellikler:
* Yüksek duygusal enerji,
* Hayata ve insanlara karşı olumlu bakış açısı (iyimserlik),
* Yüksek iç motivasyon,
* İşe bağlılık,
* Değişime istek duyma ve başkalarını hesaba katan bir anlayış sergileme,
* Paylaşma,
*Olumsuz duyguları kontrol edebilme.
* Birbirine Hizmet Edebilme
Alt alta yazıldığında basit birkaç madde gibi gelen bu özellikleri  ortak bir değer sistemi içerisinde yoğurarak uygulamak aslında o kadar da kolay değil. Yüzyıllarını birlikte geçirmiş toplumlar bile  bu özellikleri bir arada tam olarak bulundurmaya biliyor. Belki toplum  olarak baktığımızda  ölçek biraz büyük kalıyor. Ancak hepimizin bildiği gibi bu özellikleri yaşamlarının  ayrılmaz bir parçası olarak kabullenen ve bugün dünya liderliğine oynayan bir çok ülke var.
Flokser olarak  kendi bünyemize baktığımızda, başarıyla sonuçlanmış  bir çok ekip çalışması örneği görebiliriz. Ancak ortak bir değer sisteminde buluşmuş, vizyon ve misyonunu açıkça ortaya koymuş, değer ve ilkelerini oluşturmuş bir aile olarak hak ettiğimiz başarıya ulaştığımızı söyleyebilir miyiz? Bu soruyu kendimize sorduğumuzda  açık bir “EVET” cevabı  alabiliyor muyuz? Bu soruya “ EVET” cevabını vermemizi zorlaştıran tutumlardan en önemli 2 tanesi  ‘‘Diğer bölümlere ilişki kurmak’’ ve “ Birbirimize hizmet etmek” kavramlarını henüz tam  özümseyememiş olmamız. Bu eksiğimiz aslında  topyekün içinde yaşadığımız ülke içinde geçerli.  Geleneksel ‘‘silo’’ ya da ‘‘kale’’ düzeni olarak adlandırabileceğimiz, her bölümün kendi çıkarlarını öne çıkaran anlayış, hiyerarşik bir yönetim tarzına ihtiyaç göstermektedir. Böyle bir yönetim tarzı, sınırları çizilmiş olduğu için çatışmaları nispeten azaltır; olan çatışmalar da örtük gerçekleşir. Oysa yatay ilişkilerin ağır bastığı yassılaşan yönetim anlayışı içinde diğer bölümlerle ‘‘olumlu ve sağlam ilişkiler’’ kurmak performans ve örgüt iklimi üzerinde son derece önemli bir etkiye sahiptir. Çünkü çatışmalar daha açık yaşanır ve çok kırıcı olur.
Söyle bir baktığınızda bir bölümde çalışanlar, büyük çoğunlukla diğer bölümde çalışanların iyi organize olmadan, dağınık ve hatalı çalıştıkları konusunda kesin bir inanca sahiptirler. İlk fırsatta size diğer bölümdeki birinin ne kadar tembel veya yeteneksiz olduğunu söyleyebilir veya işlerini yanlış yaptıklarını nedenleriyle anlatabilirler. Aslında yapılan yanlış iş diğer bölümün tek başına yaptığı ve sonuçlarına tek başına katlanacağı bir iş değildir.  Üretimden yüksek oranda hatalı ve fireli  ürün çıkarsa bu sadece üretimin bir sorunu değildir. Ya da yanlış bir malzeme alımı için  Satın almayı departmanını suçlayamazsınız.
Bu tür yaklaşımlar  burukluk yaratır ve ekip çalışmasını imkansız hale getirir. Bu durumun ortaya çıkmasını engellemek başta liderler olmak üzere hepimizin  asli görevidir. Bir liderin yapabileceği şeylerden biri, bölümündeki kişilere, diğer bölümlerdeki kişileri gözlemek ve onlar hakkında konuşmaktan kaçınmak konusunda örnek olmaktır. Bu konudaki en pratik ve geçerli yol, diğer bölümdeki kişilerle ilgili söyleyecek olumlu bir sözünüz yoksa, hiçbir şey söylememektir. Bu tür durumlardan kaçınmak ve diğer bölümlerle ilgili olumsuz konuşmaları ortadan kaldıracak şekilde davranmak bir liderin görevidir. Örneğin  mali konularla ilgili bir  rapor gerektiğinde bir bölümün lideri diğerleri için yüksek sesle ‘‘Şu adamlar raporu hala göndermedi mi? Ne beceriksiz insanlar bunlar. Basit bir raporun gelmesi bile bu kadar zaman alıyor!’’  yada bir  pazarlama lideri  üretim bölümü için  “ Tüm isteklerimizi açıkça belirtik, ama bir malı üretemediler , ne iş yapar bu adamlar.....”derse lidere bağlı çalışanlar, diğer bölüm çalışanlarını tembel, beceriksiz ve yetersiz olarak algılar. Bu algılama, o bölümle olan ilişkilerde sözlü ve sözsüz mesajlarla mutlaka karşı tarafa da yansıtılır ve onlar tarafından da algılanır. Ve bu çatı altında birbirimiz için var olduğumuz gerçeği bir anda ikinci plana düşer.
Lider birlikte çalıştığı kişilere, diğer bölümde çalışanlarla ilgili olumsuz tutum sergilemenin uygun olmadığını belirtmelidir. Bir bölümde görevli olarak bulunmadıkça, onların karşı karşıya oldukları problemleri bilmek büyük çoğunlukla çok zordur. İlişkilerin sürdürülmesinde zorluk çekilen durumlarda, birlikte çalışılan kişileri, diğer bölüm çalışanları ile doğrudan çatışmaya girmek yerine, sorunları ortak bir çözüme kavuşturmak için teşvik etmek gerekir.
Eğer bir uzlaşma sağlanamıyorsa durumu bağlı oldukları lidere bildirmeleri ve sorunu onunla paylaşmaları konusunda cesaretlendirmek yararlı olur. Bir konu ile ilgili kesin verilere sahip oluncaya kadar, daha sonraki ilişkileri zorlaştıracağı ve gereksiz rahatsızlıklar yaratacağı için, sert ve katı yorumlar yapmak ve suçlayıcı bir tavır içinde olmak, ekip çalışmasının sağlıklı yürümesini etkileyeceğinden büyük önem taşır.
Herhangi bir konuda tepki göstermek için elinizde geçerliliğinden şüphe etmediğiniz kanıtlar olduğu kabul edilse bile (ki bu çok ender rastlanan bir durumdur), sorunu diğer bölümdekilerle hesaplaşarak ve çatışarak çözmekten kaçınmak gerekir. Böyle bir durumda olumsuz duygular kontrol edilerek, konuyu bir üst yönetim kademesine götürmek ve çözümle ilgili yardım ve danışmanlık istemek en uygun yoldur. Bunun, kesinlikle şikayet havasına girmeden ve böyle algılanmayacak şekilde yapılması büyük önem taşır.
Unutmamak gerekir ki, gerçek bir lider kriz yaratmaz. Olgun bir insana ve gerçek bir lidere düşen, krizleri önleyen bir tavır içinde olmaktır. Ekip çalışmasında önemli olan haklı olmak değil, sorunların çözümüne katkıda bulunmaktır. Bu durumda da anahtar rol liderlere düşmektedir. Lider bir yandan örnek davranışlarıyla çalışanlara yol göstermek, diğer taraftan da birlikte çalıştıkları kişilerin olgunlaşmasına katkıda bulunmak durumundadır.
Görülüyor ki  başta maddeler  halinde sayılan özelliklerden belki de  en önemlisi “ Birbirine Hizmet Edebilme” özelliğine sahip olmaktır. Çünkü bu çatı altında varoluşun  en önemli kaynağı budur. Birbirimize  ne kadar iyi ve kaliteli hizmet sunabiliyorsak,  müşterilerimize ve topluma da o  ölçüde hizmet verebiliriz.
Kısacası “ Birbirimize Hizmet Edersek Lider Oluruz”


BEDEN DİLİ DERS NOTLARIMDAN DERLEMELER


BEDEN  İÇSEL  DÜNYAMIZIN  YANSIMASIDIR


Bizler kendimizi ve çevremizi ancak kendi bedenimizle algılayabiliriz. Sinir sitemi ve duyu organları çevreden aldıkları uyaranları beynimize gönderir. Bu uyaranlar beyinde iki yönlü değerlendirilir. Birincisi yaşantının kendisinin; ikincisi de bu yaşantının hoş ve ya nahoş olarak değerlendirilmesidir. Bu değerlendirmeleri kullanarak dünyaya kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda bir tavır alırız.
Anadilimizden başka bir dili öğrenmek için zaman ve enerji harcarız ama temel dilimiz olan beden dilimizi öğrenmek için gereken zamanı ayırmayız. Hiç kimse Beden Dilinin ifadelerinden kaçamayacağı ve bunu bastıramayacağı için bu dili öğrenmenin kişiye büyük faydalar getireceği açıktır. Böylece kendi dünyamızı yansıtma biçimimiz ve birlikte yaşadığımız insanların içi dünyalarıyla ilgili önemli bilgilere sahip oluruz. Aslında her insan beden dili konusunda bildiğini düşündüğünden çok daha fazlasını bilir.
Duyguların ve düşüncelerin kelimelere dökülemediği durumlarda bunu çok açık hissederiz. Böyle anlarda bir bakış, başın bir dönüşü, bir jest binlerce kelimeden daha fazla anlam taşır ve daha önemlisi “insanlar kelimeleri çoğunlukla gerçek duygu ve düşüncelerini örtmek için kullanır”. Beden dilimiz aynı zamanda bize sosyal rolleri gösteren bir aynadır.
DAVRANIŞLARIMIZ İÇ DÜNYAMIZI ETKİLER
İnsanlar büyük çoğunlukla içlerinden geldiği gibi davrandığını düşünür. Oysa yakın zamanda yapılan araştırmalar “insanların hissettikleri gibi davranmaktan çok davrandıkları gibi hissettiklerini” ortaya koymuştur.
İLETİŞİM
İletişim duygu, düşünce ve ya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılmasıdır. İletişim Latince “communicare” kökünden gelmektedir. Dilimizde haberleşme, komünikasyon olarak adlandırılmaktadır. İnsanlar arası iletişim temel olarak duygu ve düşünce alışverişini yürütme düzenleridir. Burada ana öğe “anlatmaktır”. İletişimi kuran ve başlatan kişi kendisini duygu ve düşünce dünyasını, ilişkilerini karşısındakine açıklamak, iletmek ister. Bu eylemin iletişim açısından anlamı anlaşılmaktır. İletişimi kolaylaştıracak, zemin hazırlayacak önemli noktalar şunlardır.
İLETİŞİMDE İLK DAKİKA ÖNEMLİDİR: Karşı karşıya gelen iki kişi arasındaki ilk iletişim, iletişim sürecinin önemli bir belirleyicisidir. Bu etkiyi yaratan faktörler, karşılaşılan kişinin beden dilinden, kullandığı kelimelere ve kişinin taşıdığı bütün aksesuarlardan bulunduğu ortamdaki nesnelere kadar geniş bir dağılım gösterir. Algılayanın kişisel özellikleri ve toplumsal normları ile kalıplaşmış yargılar karşıdan gelen verilerle birleşerek iletişimin ilk anında kişiye bir karar verdirir ve karşısındaki kişiye zihninde bir etiket yapıştırır. Bu olumlu veya olumsuz olabilir. “Duruşundan hiç hoşlanmadım”, “Bir görüşte kanım ısındı”, “ilk gördüğümde vuruldum”, “Ben onu gördüğüm an işe yaramaz olduğunu anlamıştım” gibi değerlendirmeler o kişi ile gelişecek iletişimin temelini oluşturur.
İLETİŞİM BİLGİ ALIŞVERİŞİ DEĞİLDİR !!
İnsanlar arası iletişim sadece bilgi alışverişi değildir. Duygu ve düşüncelerin bir bilgi olarak aktarılmasındaki eylemler ve bu eylemlerin biçimi iletişimin özünü oluşturur. Ancak bilgiyi veriş biçimi, yani sözlerin beden dilindeki karşılığı da önemlidir. İletişimde bilgilenmek ve öğrenmek “anlamak” değildir. Örneğin arkadaşınızla yapacağınız bir konuşmada beden dilini değerlendirmezseniz onun neler yaptığını öğrenebilirsiniz ama neler yaşadığını anlayamazsınız. Kelimelerin sözcük anlamlarını karşınızdaki kişinin
eylem biçimiyle birleştirmeniz, birlikte değerlendirmeniz doğru iletişime imkan verir.
İLETİŞİM KİŞİYE DEĞİL KİŞİYLE YAPILIR
İletişim bir başka kişiyle birlikte yapılandırılan bir süreçtir. İletişim onu oluşturan bireylerden birinin aktif oluşu, diğerinin bu eylemi seyredişiyle kurulamaz. Eğer alıcı kişi hazır değilse iletişim yolu tıkanır.
İLETİŞİM BİR BÜTÜNDÜR
İletişimi kelimeler, eller, gözler gibi bütünlüğünden soyutlayarak ve süreçteki bir kesite bakarak değerlendirmek bizi yanıltabilir. Beden işaretlerini veya tek başına sözcüklerin içeriğini değerlendirerek sonuç çıkarmak yanıltıcı olur. Örneğin ellerin bir masaya dayanması veya bir sandalyeye ters oturmak beden dili açısından bir destek aramak, güvensizlik işaret olarak yorumlanır, ama bu durum bazen bedeni dinlendirmek ihtiyacından da kaynaklanabilir.

İLETİŞİM ve KÜLTÜR

Ayrıca yakın arkadaşlarımıza, çevremize karşı duruşumuz ve bakışlarımızla düşündüklerimizi hissettirmeye çalışırız. Bu davranış büyük çoğunlukla da başarıya ulaşır ve karşımızdakiler düşünce ve duygularımızı anlar. İletişim kurduğumuz kişilerle kültürümüzdeki ortak yanlar ne derece fazlaysa birbirimizin beden dilini anlamamız o denli kolay olur.

İLETİŞİMDE GÖNDERME BECERİLERİ

İletişimde sözlü ya da sözsüz mesajların ilişki biçimine göre uygun şekilde verilmesi gönderme becerilerinin geliştirilmesiyle mümkündür. İletişimde gönderme becerilerinin önemi iletişimin yalnızca bazı bilgi ve mesajları söz ile ifade etmekten fazla, bu tutumlar bütünü olmasından kaynaklanmaktadır. Bu haliyle iletişim sadece kelimelerden daha fazlasını içerir. Gönderme becerileri mesajın aktarılması için seçilen sözcükler, beden dili ve sesten oluşan bir bütündür. Ancak iletişimin başarılı olabilmesi için
Ne söylemek istiyorum?
Ne zaman söylersem karşımdaki kişinin iletişim kanalları açık olur? Sorularına yanıt verilmelidir.

SES TONU

Ses tonu, yüksekliği, rezonansı ve temposu ile duygularımızın en önemli aktarıcısıdır. Mutluluğumuzdan, hüznümüze, samimiyetimizden, tereddüdümüze kadar bütün duygular sesin özellikleriyle aktarılır. (“gel kelimesi farklı tonlarda söylenirse değişik anlamlar ifade edebilir.)

JEST ve MİMİKLER

Jestler ve Mimikler diğer kişilere görsel sinyaller gönderen hareketlerdir. Bizim bir jestten söz edebilmemiz için yapılan hareketin bir başkası tarafından görülmesi ve yaşadığımız duygu ve düşünceyle ilgili bir bilginin karşımıza iletilmesi gereklidir.
  
ŞİMDİ  BİRAZDA  ETKİLİ KONUŞMA SANATINDAN DİLİMİZ DÖNDÜĞÜNCE BAHSEDELİM

AĞZINIZ BEYNİNİZDEN HIZLI ÇALIŞMASIN AMACINIZI  BİLİN
Dikkatinizi özgüvenin ve daha etkili konuşmanın sizin için olan önemine değer veriniz.
Özgüveniniz başkaları ile konuştukça güçlenecek ve kişiliğiniz daha iyiye gidecektir. Duygusal açıdan daha iyi olacağınız anlamına gelir bu,ve duygusal açıdan iyi olmak fiziksel açıdan iyi olmak demektir. Konuşma eylemi herkes için,genç ve yaşlı olsun, kadın ve erkek olsun geçerlidir.
Konuşma fırsatını yakaladığınızda bunu değerlendirin,kaç kişiyle olduğu önemli değildir; hep daha iyiye gideceksiniz. Sonunda ruhsal bir rahatlık hissedeceksiniz, hem de hiçbir zaman hissetmediğiniz kadar.
KONUŞMANIZI DİNLEYİCİLERLE PAYLAŞMAYA GAYRET EDİN
Her konuşma durumunda üç etken vardır:Konuşmacı,konuşma,ya da mesaj ve dinleyiciler. Bu kısmın ilk iki kuralı konuşmacıyla konuşma arasındaki ilişkiyi ele almıştı. Bu noktaya kadar herhangi bir konuşma durumu yoktu. Konuşmacı konuşmasını dinleyicilere sunduğu an böyle bir durum meydana gelir. Konuşma iyi hazırlanmış olabilir, konuşmacı konuya büyük bir ilgi gösterebilir fakat tam bir başarı için üçüncü bir etkene ihtiyaç vardır. Dinleyicilerine söylediklerinin önemini hissettirmek zorundadır. Sadece kendisi heyecanlanmamalıdır; aynı heyecanı dinleyicilere de aktarmalıdır. Hitabet tarihinde önemli yer tutmuş konuşmacıların en büyük özelliklerinden biri bu satıcılık, vaizlik “veya bunu nasıl adlandırmak istiyorsan”yönlerinin güçlü olmasıdır. Etkili bir konuşmacı dinleyicilerinin yaşadığı heyecanı yaşamalarını, fikirlerine uymalarını, yapmaları gerekeni yapmalarını ve tecrübelerini tekrar yaşamalarını ister, o kendine değil, dinleyiciye dönüktür. O konuşmasının başarısının kendisinin değil dinleyicilerinin elinde olduğunu bilir.
KONUŞTUKLARINIZI SERGİLEYEREK GÖRSELLEŞTİRİN
Psikologlar bilgimizin yüzde 85’inin görsel etkilerden oluştuğunu söylerler. Bu televizyonun bir reklam ve eğlence aracı olarak inanılmaz etkisini açıklıyor. Konuşma yapmak da hem görsel hem de duygusal bir sanattır.
Konuşmanızı detaylar da süslemenin en iyi yollarından biri de görsel etkiyi katmaktır.
Resimler.soluduğunuz hava kadar kolay elde edilebilir. Onları konuşmalarınıza serpiştirin ve daha eğlenceli daha etkili olun.
Nesilden nesle aktarılan atasözlerinin çoğunun görsel olduğunu fark ettiniz mi hiç? “Bir taşla iki kuş vurmak”,  “Ayağını yorganına göre uzatmak”vb…
Görsel etkilerinizi kesin spesifik seçin. Zihinsel görüntülerinizi bir geyiğin boynuzları kadar belirgin ve görülür olsun. Örneğin “köpek” kelimesi birden çok cinsi çağrıştırır; bir St. Bernard, bir fino gibi. Fakat eğer seçiminiz “buldog köpeği” olursa durum daha açık olacaktır.
Canlılık ve gayret bir konuşmacıda olması gereken ilk özelliklerden biri olmalı. İnsanlar her zaman enerjik insanların etrafına toplanır.
“Bir konuşmacı bir şeye bütün ciddiyetiyle inanıyor ve onu bütün ciddiyetiyle söylüyorsa davasına taraftar bulacaktır; küllerden kale üretebileceğini söylese bile. İnançlarımız sağduyuya ve gerçeklere dayanırsa daha güçlü olur.”
İyi olarak tanımladığınız bir konuyu daha çok araştırınız. Bir şey hakkında ne kadar çok şey bilirseniz onun hakkında da o kadar heyecanlı ve ciddi konuşursunuz.
          KONUNUZLA İLGİLİ DUYGULARI TEKRAR YAŞAYIN
Sinemaya ve tiyatroya gitmemizin bir sebebi duyguların ifade edilişini görmek ve duymak isteyişimizdir. Duygularımızı açığa vurmaktan o kadar çok korkarız ki bu duygumuzu rahatlatmak için bir oyuna gitme gereğini hissederiz. Dolayısıyla bir kitleye hitap ettiğinizde konuşmanıza ne kadar heyecan katarsanız, dinleyicilerin ilgisi ve heyecanı o denli artacaktır. Samimi duygularınızı bastırmayın;o özgün gayretinizi frenlemeyin. Dinleyicilerinize bu konu hakkında konuşmak için ne kadar istekli olduğunuzu gösterin, böylece de dikkatlerini toplayın.
CİDDİ DAVRANIN
Konuşmak için dinleyicilerin önüne çıktığınızda darağacına giden biri gibi değil, beklentileri olan biri gibi çıkın. Yürüyüşünüzdeki hava gerçek bir masada size yararı olacaktır ve dinleyicileriniz sizi söyleyeceklerinde istekli biri olarak algılayacaklardır. Başlamadan önce derin bir nefes alın herhangi bir eşyadan veya podyumdan uzak durun. Başınızı dik tutun. Dinleyicilerinize önemli şeyler söylemek üzeresiniz ve her parçanız bunu açıkça göstermelidir. Sesinizi arka sıralara duyurabilirseniz güveniniz artacaktır. Hareket ve jestler yapmaya başladığınızda bu size motivasyon sağlayacaktır.
Onlara konuşmasının ezberlenmiş bir metin olmadığını hissettirin 
;Hiçbir dinleyici kendisini ilgilendiren bir konuyu sunan bir konuşmacıdan sıkılmaz.
Konunuz hakkında elde edebileceğiniz bilgilerin dinleyicilerin sorunlarını çözmeye ve amaçlarını elde etmeye nasıl yarayacağını sorun bir kendinize. Sonra bunu onlara gösterin ve böylece dikkatlerini çekin.
DÜRÜST VE SAMİMİ BİR ŞEKİLDE TAKDİRLERDE BULUNUN
Dinleyiciler bireylerden oluşmuştur ve bireyler gibi tepki verirler. Dinleyicileri açıkça eleştirirseniz bunu yadırgarlar. Yaptıkları övgüye değer şeyleri takdir ederseniz kalplerinde bir yer edinirsiniz. Bazen bu kişisel araştırmayı gerektirebilir. “Bu gördüğüm en akıllı dinleyici kitlesi” gibi cümleler bazı dinleyiciler tarafından dalkavukluk olarak nitelendirilir.
DİNLEYİCİLERİNİZİ KONUŞMANIZA ORTAK EDİN
Dinleyicilerinize bir şeyi oylamalarını veya bir problemi çözmek için yardımlarını istemeyi önerin. Konuşmanın ders verme niteliğinin dışında bir konuşma olduğunu kabul ettiren bir ruh hali –dinleyici tepkisine adanmış bir konuşma– bu olaya dinleyiciyi ortak eden bir eylem olmalı. Dinleyici katılımını kullanırsanız ortaklık hakkını onlara vermiş olursunuz.
KISA KONUŞMALARI ETKİLİ HALE GETİRMEK
Her konuşmanın, konuşmacı farkına varsın veya varmasın başlıca dört amacı vardır. Nedir bunlar?
1-İkna etmek veya harekete geçirmek;
2-Bilgilendirmek;
3-Etkilemek veya inandırmak;
4-Eğlendirmek
Birçok konuşmacı kendi amaçlarını ve konuşmanın amacını karşılaştıramadıkları için zorluk çekerler ve başarısızlığa uğrarlar.
Konuşmacı dinleyicilerin ruh halini anlamayacak kadar duyarsız olduğu için konuşmasına sıkıntıyla devam etti.
Konuşmanıza vereceğiniz örnekten ayrıntılar sunarak başlayın;ana fikrinizi aktarmak için kullandığınız grafik örneklemeleri sunun. Dinleyicilerinize de onlardan beklediklerinizi açıkça ifade edin. Üçüncü olarak sebebinizi;yani dinleyici söyleyeceklerini dikkate aldıklarında elde edecekleri avantajları belirtin. Bu tür formül bu hızlı hayat tarzına çok uygun. Konuşmacılar uzun ve zahmetli girişlerle artık zaman kaybedemezler. Dinleyiciler de konuşmacının söylemek istediğini dolandırmadan anlatmasını isteyen meşgul insanlardan oluşur. Dinleyiciler gerçek veya sahte olsun hiçbir özre ilgi duymazlar. Onlar “hareket” istiyorlar. Bu formülle onlara ilk kelimeden itibaren hareket sağlarsınız.
Sihirli formül ticari yazışmalarda ya da ast ve üstlere bilgi verirken de kullanılabilir. Anneler çocuklarını yönlendirirken çocuklarda bir imtiyaz hakkı almak için bu formülü yararlı bulacaklardır.  
KONUŞMANIZA ÖRNEĞİNİZDEN BİR AYRINTI VEREREK BAŞLAYIN
Örnek vererek başlamanın amacı doğrudan dikkat çekmektir. Bazı konuşmacılar bunu başaramazlar çünkü ilk kelimeleri tekrarlardan,klişelerden veya dinleyicinin ilgilenmediği özürlerle doludur. “Konuşmaya pek alışık olmadığım için” özellikle iticidir fakat buna benzer birçok konuşma başlangıcı yöntemi de hiç ilgi çekici değildir. Bu konuyu nasıl seçtiğiniz dinleyicilerimize pek hazır olmadığınızı söylemeniz(ki bunu hemen fark edeceklerdir)ya da konunuzu bir vaaz verircesine sunmak kaçınmanız gereken yöntemlerdir.
Konuşmanızı kim, ne zaman, nerede, ne,  nasıl  yada neden sorularını cevaplayan cümlelerden biriyle başlarsanız en eski iletişim yöntemini kullanmış olursunuz hikayeyi. “Evvel zaman içinde” kelimeleri çocukların hayal kapılarını aralar. Aynı yaklaşımla ilk kelimelerinizle dinleyicilerinizin akıllarına girebilirsiniz.
ÖRNEĞİNİZİ UYGUN AYRINTILARLA DOLDURUN
Kendi başına ayrıntı hiç de ilginç bir şey değildir. Eşyalarla ve ufak tefek süslerle dolu bir oda hiç de çekici gelmez. Çok fazla alakasız ayrıntıyla dolu bir resim göze hoş görünmez. Aynı şekilde çok fazla ayrıntı gereksiz ayrıntı konuşmayı sıkıcı yapar. Yapmanız gereken konuşmanın amacına ilişkin ayrıntıları seçmenizdir.
  
DİNLEYİCİLERE İSTEDİKLERİ BİRŞEYİ NASIL ELDE EDEBİLECEKLERİNİ ANLATACAĞINIZA İSTATİSTİKLERDEN YARARLANIN İŞİNİZ KOLAYLAŞSIN
İstatistikler belirli şekildeki olayların oranlarını göstermek için kullanılır. Etkileyici ve inandırıcı olabilirler;özellikle tek bir örneğin yeterli olmadığı durumlarda kanıt olarak kullanıldığında .
İstatistikler kendi başına sıkıcı olabilirler. Akıllıca kullanılmalıdırlar ve kullanıldığında da onları canlandıracak bir dille verilmelidirler.
HAREKET GÖRMEK İSTEDİĞİNİZİ BELİRTİN
Eğer dinleyicileri etkilemek istiyorsa bütün konuşma sonuçta toplanması gerekiyordu.
Sonuç konuşmanın en stratejik noktasıdır, kişinin son olarak söyledikleri, kişinin bitirirken dinleyicilerin kulaklarını çınlatan o kelimeler; bunlar en uzun süre hatırlanacak olanlardır. 
“İlk olarak neden bahsedeceğinizi söyleyin;sonra söyleyeceklerinizi söyleyin;son olarak da ne söylediğinizi tekrarlayın.”  

30 Ekim 2011 Pazar

TEKİRDAĞ RAKISININ SIRRI (SİX SİGMA EĞİTİMİMDEN)

Tekirdağ Rakısının sırrını bilir misiniz?

Birden eğitmenin sorusunu duyunca herkes şaşırdı. Üniversitede, üretim
yönetimi dersindeydik. Konu 6 Sigma. Dersin ortasındayız ve hepimizin içi
bayılmış. Ama rakı lafını duyunca bir anda uyandık ve herkes rakı hakkında
bilgisini konuşturmaya başladı. Biri "Yaş üzüm" diye atıldı. Kimi
"Tekirdağ'ın havasından" dedi. Öteki "artezyen suyundan" dedi. Bense
"Tekirdağ Rakısı" nedir bilmediğim için ağzım ı bile açmadım.



En sonunda hoca herkesi susturup anlatmaya başladı: 'Tekirdağ rakı
fabrikasına zamanında yeni bir müdür atanmış. Müdür daha fabrikaya gelmeden,
ne kadar suratsız bir adam olduğuna dair söylentiler ulaşmış. Herkes yeni
müdürün ne kadar geçimsiz, ne kadar sinirli bir adam olduğunu konuşur olmuş.
Müdür gelince ilk iş, tüm yönetim takımını toplanmış fabrikayı gezmeye
başlamış. Müdür gezerken tek bir laf bile etmemiş. Ama ası k olan suratı
asıldıkça asılmış. Böylece söylentilerin doğru olduğu anlaşılmış. Gezinin
sonunda yeni yetme bir mühendis: -Beğendiniz mi efendim? diye sorma
gafletinde bulunmuş. Müdür önce sert bir bakış atıp -Ben bu fabrikanın
nesini beğeneyim? diye kükremiş. Mühendis iki büklüm olmuş, sorduğuna
soracağına pişman, sinmiş bir köşeye. Müdür buna daha da sinirlenmiş.
Yanında artık varil mi, paket mi ne varsa tekme atıp devirmiş. Herkes
korkmuş şaşırmış, kimseden ses çıkmamış.



Neyse ki müdür yardımcıları aklı selim adamlarmış. Ertesi gün kendi
aralarında toplanıp"Fabrikayı nasıl düzeltiriz" diye plan yapmaya
başlamışlar. Gördükleri her eksiği tamamlamışlar. Birkaç ay içerisinde
fabrika iki katı verimle şekilde çalışır hale getirmişler. Sonunda müdürün
yanına çıkıp "Gelin fabrikayı bir daha gezelim" demişler. Bu sefer tüm
birimler çok düzgün çalışıyor, hiç bir yerde sorun yok. Herkes pür dikkat
görev başında. Ama yeni müdür rahat durmamış. Paketleme yapılan alana
gelince durmuş.Paketlerden birini açıp, içinden bir rakı şişesi çıkarmış.
Kapağını açıp koklamış, koklayınca yüzünü ekşitip, rakıyı yere dökmeye
başlamış. Tüm amirler, usta başları, işçiler şok. -Efendim neyi
beğenmediniz? diye soracak olmuşlar. -Bu rakının beğenilecek nesi var? diye
kükremiş müdür. Herkes sus pus.



Ertesi gün yine tüm fabrika panik. Müdür yardımcıları yine toplanmış,
çağırmışlar usta başlarını sormuşlar "Rakıyı nasıl iyileştiririz?" diye.
Biri demiş "Şebeke suyu kullanmayalım. Kloru fazla." Öbürü demiş "Anasonu
çok keskin." Bir başkası demiş "Yaş üzüm kullanalım." Aylar boyu uğraşıp
rakıyı yenilemişler. Yine müdürü alıp tekrar fabrikayı gezdirip yaptıkları
yeniliklerden bahsetmişler. Paketleme yapılan yere gelince durup, bir rakı
açıp ikram etmişler. Müdür durmuş. Önce şişeyi alıp evirip çevirmiş. Sonra
sunulan bardağı alıp biraz içmiş. Tabi o içerken herkes pür dikkat bakıyor,
ne diyeceğini merak ediyormuş. Sonunda yine yapacağını yapmış "Bu rakının
nesi güzel?" diye bağırıp, elindeki şişeyi yere boşaltmaya b aşlamış. Birden
yaşlı bir usta başı dayanamayıp "Döktürmem ben sana rakımı" diye atlamış.
Müdürün elinden kapmış şişeyi. Herkes şaşkın bakarken de usta başı, "Ne
demek nesi güzel. Sen rakıdan anlamıyor musun?" diye bağırmış. Etraftakiler
bir yandan "Ne yapsak yaranamıyoruz" diye ustabaşına hak veriyorlar, öte
yandan müdür kızacak diye korkuyorlarmış. Müdür ustabaşına bakmış. Herkes
bağırıp çağırmasını beklerken o sakin sakin "Ben rakıdan anlamam." demiş.
"Ben insandan anlarım. Yaptığınız işi o kadar kötüledim, şimdiye kadar
içinizden biri çıkıp sahiplenmedi. Demek ki aslında kimse ortaya çıkan işi
savunacak kadar beğenmiyordu. Ama şimdi bu şişeyi çocuğunmuş gibi
sahiplendin." demiş.'



Hoca hikayeyi anlatmayı bitirip durdu. Sonrada şöyle bir öğüt verdi. Bir gün
bir fabrikanın başına geçecek olursanız, ürettiğiniz cansız nesneyi değil,
onu üreten insanı yönetin. Siz şişenin içindekinden hiç anlamayabilirsiniz.
Merak etmeyin onu üreten onu nasıl mükemmel yapacağını bilir. İşte Tekirdağ
Rakısının sırrı o şişeyi sahiplenip, içindekini efsane haline getirmesini
bilenlerdedir.

16 Ekim 2011 Pazar

Doğan Cüceloğlu ile sohbet


Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?

Bir Katılımcı: Hocam Allah'a Şükür bildiğimiz kadarıyla yok.

Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti
bir şey söyler misiniz?
Cevap: (neredeyse otomatik olarak çıkar: ÖLÜM

Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir.

Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey
ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu
benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
Katılımcılar: (Burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlarlar)

Cüceloğlu: Öleceğim belli ise , benim ölümcül bir hastalığım olduğuda açıktır...

Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
Katılımcılar: Hayır

Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?

Bir Katılımcı: Evet var.

Cüceloğlu: Ya Yarın ?

Bir Katılımcı: Evet.
Cüceloğlu: Ya 30 yıl sonra?
Bir Katılımcı: Olabilir.

Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ

salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?

(Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü; genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.)


Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim

bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? , Var mıdır böyle bir garanti?
Bir Katılımcı: Yoktur Hocam.

Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce

öldüğünün bize söylenmeyeceğini?

(Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar) ve Bir Katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?


Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba

bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu
bilseydiniz,o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

Bir Katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.


Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın,gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden

çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı
iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular,tartışma yada gerginlik yaratırmıydı
Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun
boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona,
yüreğinizin derininden gelen bir 'Seni gerçekten çok seviyorum' demeye ne gerek var diye düşünürmüydünüz
Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?

(Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir)


Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz,

kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde 'Şimdi kalbini kırdım, ama
zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim' diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz.
Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?
Ailemiz , Yakınlarımız , Sevdiklerimiz , İş arkadaşlarımız , Komşularımız ve Hayatı paylaştıklarımızla
birlikte geçirdiğimiz her anı önemsemek ve asla ama asla kalp kırmamak gerek hiç şüphe yok ,
Zira Kalp Kırmanın hiç ama hiç Telafisi de yok.


     EĞER

Bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
Ve bunun sebebini senden bildikleri zaman,
Eğer sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken, sen kendine güvenir
Ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan,
Veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
Ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
Bütün bunlarla beraber, ne çok iyi, ne de çok akıllı görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen;
Eğer zafer ve yenilgiyle karşılaşır
Ve bu iki hokkabaza ayni şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin, bazı alçaklar tarafından
Ahmaklara tuzak kurmak için değiştirilmesine katlanabilirsen;
Ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
Ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
Ve bir yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
Ve kaybedip yeniden başlayabilir
Ve kaybın hakkında bir kelimecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
Onları işine yaramaya zorlayabilirsen
Ve kendine "Dayan" diyen iradenden başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
Ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitebilirse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha geri dönmeyecek olan dakikayı , altmış saniyede koşarak                    doldurabilirsen;
Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası, sen bir İNSAN olursun.
                                                  RUDYARD KIPLING

SEVDİĞİM SÖZLERDEN BİR DEMET DAHA SİZLER İÇİN DERLEDİM..



           
  "Başkaları ile ilgilenirsen iki ay içinde birçok dostlar kazanabilirsin; başkalarının seninle ilgilenmesini beklersen, iki yılda bile tek dost kazanamazsın"
Dale Karnegie

"Güzel Sözler petekten damla damla sızan bala benzer, bunlar insanın ruhuna tad verir"
Hz. Süleyman

"Dünyanın en büyük başarıları, onların imkansız olduğunu anlayacak kadar zeki olmayan kimseler tarafından başarılmıştır"
Doug Larson

"Mana'dan sevgi fışkırır,maddeden ise bunalımlar"
Malcolm X

"Su ateşe galipdir, ancak bir kaba girerse ateş o suyu kaynatır, yok eder"
Mevlana

"Olgun insan; güzel söz söyleyen değil, söylediklerini yapan ve yapabileceklerini söyleyen insandır"
Konfüçyüs

"Egoistlerin en iyi tarafı sürekli kendilerinden bahsettiklerinden gıybet yapmamalarıdır"
Lucille S. Harper

"Herkes cahildir, ancak farklı konularda"
Will Rogers

"İki yüzlü insanlar getirdikleri sözle yararlı olurlar. Ama götürecekleri sözle de zararlı olabilirler"
Montaigne

"Başkalarından üstün olmamız önemli değildir. Önemli olan dünkü halimizden üstün olmamızdır"
Hint Atasözü

"Bir adam yetiştirirsen bir kişi yetiştirmiş olursun, bir kadın yetiştirirsen bir aile yetiştirmiş olursun"
Afrika Atasözü

"Büyüklük, kuvvetli olmak değil, kuvveti yerinde kullanmaktadır"
Makr Orel

"Sakladığın sır senin esirindir. Açığa vurursan sen onun esiri olursun"
Hz. Ali

"Hakikate yalnız bir yoldan gidilir, fakat ondan uzaklaştıran binlerce yol vardır"
Bruyere

"Aşk mücadelesi içinde değil, mücadele aşkı içinde ol"
Peyami Safa

"Küçük şeylere gereğinden fazla önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir"
Eflatun

"Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsınız"
Konfüçyüs

"Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır"
Schiller

"Yazı yazmayı öğrenmek, herşeyden önce düşünmeyi öğrenmektir"
Amie Suche
"Ben bilemediğimi bildiğim için diğer insanlardan akıllıyım"
Sokrates

"Bilginin efendisi olmak için çalışmanın kölesi olmak gerekir"
Honora De Balzac

"Savaşırken ölenleri kahraman yapan, ölümleri değil, ölümlerinin sebepleridir"
Napolyon

"Vazoyla saksının farkını sen söyleme. Çiçeklerden sor"
A.Nihat Asya

"İnsanların yapyığı sahte paralar kadar, paraların yaptığı sahte insanlar da vardır"
Sydneyd Harris

"Gülmek bir güneştir, insanın yüzünden hüzün ve keder kışını defeder"
V.Hugo

"Allahım ! Senden başka hiç bişeyi olmayan ben, Senden başka herşeyi olanlara acırım"
Konfüçyüs

"Bir insanın hayatından daha değerli bir şeyi yoksa, o insanın hayatının da bir değeri yoktur"
R. Tagore

"Silgi kullanmadan resim çizme sanatına, hayat diyoruz"
J.Caristian

"İnsanlar beni anlamıyor diye kaygılanmam, ben insanları anlamassam kaygı duyarım"
Konfüçyüs

"Namuslu insanların, namussuzlar kadar cesur olmadığı bir ülkenin geleceğinden kuşku duyulur"
Roosevelt



"Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik ; ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk : Kardeş olarak yaşamayı"
M.Luter King


"Ben düşmanlarımla başa çıkabilirim, Tanrı beni dostlarımın şerrinden korusun"
Voltaire

"Herkes dünyanın nizama girmesini ister, fakat gayreti başkasından bekler"
Tardieu

"Çalışmayı sevenler, işlerini yapmak için daima zaman bulurlar"
Smiles

"Öfke, aptalları akıllı yapar; ama yoksul bırakır"
Lord Bacon

"Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur"
H.Bayram Veli

"Felaketin iyi bir tarafı varsa o da bize gerçek dostlarımızın kimler olduğunu öğretir"
Honore De Balzac


"Bir kez olsun aynı şeyleri hissetmeyi başarabilen iki insan birbirini hep anlayacaktır"
Tarkovski

"İnsanların en büyük dostu, zorluklardır; çünkü insanları karşılaştıkları zorluklar kuvvetlendirir"
Casson



"Kundak, bir gün öleceklerin sarıldığı kefen; kefen, bir gün doğacakların sarıldığı kundaktır"

"Aptallarla tartışmayın, görenler aranızdaki farkı anlamayabilirler"

"Hayvanlar ipleriyle, insanlar sözleriyle birbirine bağlanırlar"

"Bütün büyük yanlışların altında gurur yatar"

"Gülünecek şeyleri ciddiye alanlar, ciddi meselelerde gülünecek hale gelirler"

"Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkları sürece, avcı hikayelerine inanmak zorundayız"

"Akıllı adam aklını kullanır, daha akıllı adam başkalarının aklını da kullanır"

"Her istediğini söyleyen, istemediğini işitir"

"Söz kalpten çıkarsa kalbe kadar ulaşır, dilden çıkarsa kulaktan öteye gitmez"

"Kardan adamların saltanatı güneşi görününceye kadardır"

"Güzel bir yüze sahip olmak kendi elimizde değildir, ama gülen bir yüze sahip olmak elimizdedir"

"Çalışkan bir insanın herşeye vakti vardır, tembel vakit bulamaz, bahane bulur"

"Susulacak yerde konuşmak aptallık, konuşulacak yerde susmak korkaklıktır"

"Gerçek acı da olsa, tatlı yalanlara tercih edilmelidir"

"Kendini beğenmiş bir kimseye nasihat etmek, rüzgara karşı ıslık çalmak gibidir"

"Silginiz kaleminizden önce bitiyorsa, yanlışınız çok demektir"

"Değişmez kural değişmez kuralın olmayacağıdır"

"Kendimi nokta kadar küçük hissettiğim zaman bakıyorum ki, anlamlı bir cümlenin sonundayım"

"Üç çeşit dost vardır; Birincisi ekmek gibidir her zaman istersin. İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın. Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur"