6 Haziran 2011 Pazartesi

KENDİ ÖZÜMÜZE KOŞMAK

Belki en büyük savaşları kendi içimizde yaşıyoruz, arzularımız 
korkularımızla çarpışıyor, özlemlerimiz kuşkularımızla vuruşuyor, 
hayallerimiz acı tecrübelerimizin bize kurduğu pusulara düşüyor, 
mutluluğa doğru coşkulu bir koşu tutturma isteği en olmadık anda 
kaçıp gidecek huzurun ihanetinden endişeleniyor. 
Özgürlüğe kendimizi bir boşluğa bırakır gibi bırakma dürtüsü, bizim 
özgürlüğümüzün bir başkasının esaretine yol açacağının tedirginliğiyle 
kuşatılmışken biz özgür olabilir miyiz sorusu büyüyor içimizde. Geçmişe 
olan borcumuz geleceği yaratma gücümüzü zayıflatıyor. Alışkanlıklarımız 
heyecanlarımızla boğuşuyor. Kendi kendimizle savaşıp, cevaplarını 
bilmediğimiz sorularla allak bullak oluyoruz. Bizim isteklerimiz 
başkasına acı verecekse, isteklerimizden vaz mı geçmeliyiz, vazgeçmenin 
bize çektireceği acı, sevdiğimiz birinin çekeceği acıdan daha mı az 
yaralar bizi? 

Sevdiklerimize olan borcumuz ne, peki kendimize olan borcumuz? 

Bu hayatı nasıl yaşamalıyız? 

Huzuru mu aramalıyız heyecanı mı? 

Yaptıklarımızdan pişman mı oluyoruz yoksa yapmadıklarımızdan mı, 
gelecekte hangisi takılır aklımıza? 

Bizim mutluluğumuzun yolu bir başkasının mutsuzluğundan geçiyorsa, 
değiştirmeli miyiz yolumuzu? 

İnsan en büyüksavaşı kendi içinde veriyor. Birbiriyle çelişen 
duygularımızla hırpalanıyoruz, kimsenin görmediği bir savaş alanı 
gibi içimiz, kendi ölülerimizle doluyor, duygularımızdanhangisi galip 
gelirse gelsin, patlayan duygularımızla birilerinin vurulacağını 
biliyoruz artık. İsteklerimizi, coşkularımızı, özlemlerimizi 
evcilleştirmeli miyiz, kendi kendimizin avcısı olup kafeslere mı 
kapatmalıyız ruhumuzu? 

Bilinmeyenin bizde yarattığı o çıldırtıcı merakın peşinden mi 
koşmalıyız yoksa bilinmeyenden saklı olana duyduğumuz korkuyla 
geri mi durmalıyız. 
Ne yapmalıyız, bu hayatı nasıl yaşamalıyız? 

Kendimizden başka bir dostumuzun, kendimizden başka bir ordumuzun 
olmadığı bir savaşta bölünen ruhumuzun hangi tarafının zaferi 
için uğraşmalıyız. Hangi tarafı tutarsak tutalım neticede yine de 
bir tarafımıza ihanet etmiş olmayacak mıyız, ihanetsiz yaratılamayacak 
bir geleceğin yükünü taşıyabilecek kadar güçlü müyüz? 

Kaçsak, gidecek yerimiz yok, kendi kendimize tutsağız, savaşsak 
vuracağımız başkalarıyla birlikte yine kendimiz olacağız. 
Ayaklanmış duygularımızın birbiriyle vuruştuğu bir savaş yaşıyoruz. 
Geçmişten geleceğe ancak savaşla geçebiliyor ruhumuz, geçmişi olanın 
geleceği savaşsız yaratılmıyor. Hem mutlu hem huzurlu, hem coşkulu hem 
korkusuz, hem arzulu hem kuşkusuz olamaz mıyız,geleceği başkalarının 
hayatlarına dokunmadan, onlarda acınacak yaralarla yaralanmadan 
yaratamaz mıyız? 

Nedir bu savaşın ardındaki sır, hangi buyu bizi bizimle vuruşturuyor, 
hangi korkunç kader geçmişimizi geleceğimizle çarpıştırıyor? 

Huzur bütün duygularımızı barış içinde tutmaksa eğer, hiç mi huzurlu 
olamayacağız, bir huzursuzluğa mı mahkumuz? 

En korkunç savaşı kendi içimizde yaşarken, ne yapmalıyız? 

Kim akıl verebilir bize? Kim bize yol gösterebilir? 

Savaşa savaşa, her savaşta bir parçamızı öldürerek mi yürüyeceğiz hayatın içinde? 

Her mutluluk bir acıdan mı süzülecek? 

Pusularla, ihanetlerle, saldırılarla, geri çekilmelerle, mütarekelerle, 
kaçışlarla, esaretlerle dolu bir savaşı yalnız başımıza yaşıyoruz, kim 
galip gelirse gelsin bir tarafımız hep yeniliyor. 
Yenilmeden galip gelemiyoruz. 
Her zafer bir yenilginin izini bırakıyor derinimizde. 
Zaferlerimiz kadar da yenilgilerimiz oluyor. 
Kendi kendimizle savaşarak yürüyoruz. 
Ve savaş, biz bittiğimizde bitiyor ancak. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder