6 Haziran 2011 Pazartesi

BAKIŞ AÇINIZ NE KADAR İYİ ?

Farklı alanlarda farklı anlamlar yüklenir, bakış açısı kavramına. Hayatımızın farklı evrelerinde yararlandığımız ya da yararlanmamız gereken önemli bir kişisel meziyettir. Farklı bakabilirsek; farklı düşünebilir, farklı uygulayabilir, farkı yaşayabilir ve sonunda eylemlerimizin zenginliğini arttırabiliriz. Bu durum çevremizdeki kişilerle iletişimizi güçlendirirken, kişisel başarılarımızın da tetikleyicisi olabilir.

Ayrıca, kişinin psikolojisinde etkenlik göstererek “Bu hayatın neresindeyim?” sorusunun cevabı için en önemli araç olur. Çünkü cevap doğrudan kişinin bakış açısıyla alakalıdır.

Kendinizi karşınızdaki insanın yerine koyarak aynı konuyu onun gibi düşünmeye çalışmanız – empati – olarak adlandırılır. Yaptığınız ya da yapmayı düşündüğünüz eylemler, bir başkasının hayatını da etkileyecekse ve siz içinde bulunduğunuz durumu onun açısından da değerlendirebiliyorsanız, bu kişiyle olan iletişiminizin sağlamlığı adına adım atmışsınız demektir. Bir nevi, empati ile olası bir bencilliğin önüne geçilmiş olur. İnsanlarla ilişkilerinizin güçlü olması; olayları, kendi açınızdan değerlendirdiğiniz kadar onlar açısından da görebilme, algılayabilme ve değerlendirebilme yeteneğinize bağlıdır.     

- Ortaokuldayken sınıf arkadaşlarımdan biriyle ciddi bir tartışmaya girdim. Onun haksız olduğundan, benimse haklı olduğumdan emindim. Öğretmenimiz bize çok iyi bir ders vermeye karar verdi. Bizi bütün sınıfın önüne çıkardı ve arkadaşımı masanın bir tarafına, beni de diğer tarafına yerleştirdi. Masanın tam ortasında yuvarlak bir nesne vardı. Siyah bir nesne. Öğretmen diğer çocuğa nesnenin rengini sordu. Çocuk “Beyaz” diye yanıtladı. Söylediğine inanamadım çünkü nesne siyahtı! Yeniden tartışmaya başladık, bu kez de nesnenin rengi hakkında! Öğretmen bu kez beni çocuğun yerine, onu da benim yerime geçirdi. Ve bu kez nesnenin rengini bana sordu. “Beyaz” yanıtını vermek zorundaydım, çünkü belli ki nesnenin bir tarafı beyaz, diğer tarafı ise siyahtı. Öğretmenimiz o gün bana çok güzel bir ders vermişti: karşımdaki kişinin bakış açısını anlamak için kendimi onun yerine koymam gerekiyordu. (Judie Paxton)

Bakış açısı, kişinin bireysel anlamda hayatını da önemli ölçülerde etkiler. Zengin bir bakış açısına sahip birey, içinde bulunduğu durumu farklı noktalarıyla ele alır, irdeler ve farklı sonuçlar elde edebilir.

Bu doğrultuda kazanımlarını çeşitlendirebilir ya da pek çoğunun göremediğini görüp, imkânsızı imkânlı hale getirebilir. Yani hayatı olabildiğince geniş bir çerçevede tarar ve üst düzey verim elde eder.

- Yıllar önce, bir ayakkabı şirketinin sahibi Pazar araştırması yapmak üzere Afrika’ya aralıklı olarak iki pazarlamacı gönderdi. Birinci pazarlamacı araştırmasını bitirdikten sonra patronunu arayıp şöyle dedi: “Burada bizim için hiçbir fırsat yok, çünkü hiç kimse ayakkabı giymiyor.” Birkaç gün sonra giden ikinci pazarlamacı ise patronunu arayıp heyecanla “Afrika’da inanılmaz fırsatlar var. Burada hiç kimsenin ayakkabısı yok!” dedi.
Son olarak, bakış açısı kavramını çok daha sığ ele alabiliriz. Kişinin, ikili ilişkilerinin ve hayattan elde edeceği çıkarımların dışında, kendi kişisel yaşamı için düşünebiliriz. Yaşadığı hayatta kendisini nasıl ve nerede gördüğü, beklentilerini karşılayıp karşılayamadığı, geçmişi ve geleceği adına sorgulamalar yaptığı bir düşünce mekanizması olarak tabir edilebilir. Kısaca kendisini kendi bakış açısından nasıl gördüğüdür.

Hayranlık duymaktan yoksun olmak, basit zekaya en büyük işarettir. Honore de Balzac

ŞEMS-İ TEBRİZİ' nin 40 KURALI

Şems-i Tebrizinin hayatına dair bulunan kaynaklardan ve edinilen birikimden doğan, 
ŞEMS-İ TEBRİZİ'nin 40 KURALI

Birinci Kural: Yaradanı hangi kelimerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

İkinci Kural: Hak Yolu’nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!

Üçüncü Kural: Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonraki batıni mana. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

Dördüncü Kural: Kainattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O’nu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.

Beşinci Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği : “Bırak kendini, ko gitsin!” Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Altıncı Kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

Yedinci Kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

Sekizinci Kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilir.

Dokuzuncu Kural: Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

Onuncu Kural: Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olark düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

On Birinci Kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

On İkinci Kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

On Üçüncü Kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

On Dördüncü Kural: Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

On Beşinci Kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. Tek tek herbirimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

On Altıncı Kural: Kusursuzdur ya Allah, O’nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.

On Yedinci Kural: Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil, kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

On Sekizinci Kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır.

On Dokuzuncu Kural: Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

Yirminci Kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

Yirmi Birinci Kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

Yirmi İkinci Kural: Hakiki Allah Aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

Yirmi Üçüncü Kural: Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde...

Yirmi Dördüncü Kural: Madem ki insan eşrefi-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

Yirmi Beşinci Kural: Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

Yirmi Altıncı Kural: Kainat yekvücut, tek varlıktır. Herkes ve her şey görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

Yirmi Yedinci Kural: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.

Yirmi Sekizinci Kural: Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.

Yirmi Dokuzuncu Kural: Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.

Otuzuncu Kural: Hakiki Sufi öyle biridir ki, başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sufi kusur görmez. Kusur örter.

Otuz Birinci Kural: Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp... Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

Otuz İkinci Kural: Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

Otuz Üçüncü Kural: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

Otuz Dördüncü Kural: Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

Otuz Beşinci Kural: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrı’ya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiğ i ölçüde olgunlaşır.

Otuz Altıncı Kural: Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar, o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!

Otuz Yedinci Kural: Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

Otuz Sekizinci Kural: “Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?” diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

Otuz Dokuzuncu Kural: Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde.. . Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her Sufi için bir Sufi daha doğar.

Kırkıncı Kural: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde

OLUMLU DÜŞÜNMENİN HAFIZA ÜZERİNE ETKİSİ

Beyin, alt beyin, üst beyin, sinir sistemi diye üç kısımdan oluşur. İnsan beyninin diğer canlılardan farkı, üst beynin gelişmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Alt beyin daha çok otomatik fonksiyonları denetler. Kalbimizin atması, kan basıncı, hormonlar alt beyin tarafından idare edilir.

Üst beyin ise, daha çok entellektüel işlevlidir. Bilgiler burada kaydolunur, değerlendirme burada yapılır, davranışlar buradan idare edilir.

Peki, üst beyin alt beyni kontrol edebilir mi? Yapılan araştırmalar, bunun mümkün olduğunu göstermiştir. Biz, mutlu olmayı düşününce mutlu oluyor, hastalığı kafamıza takınca da hasta oluyoruz. Yani, düşünce tarzımız; hem yaşantımızı, hem de bedenimizi etkilemektedir.

O zaman şu ortaya çıkar: Beynimizin bizim için en önemli tekniği, olumlu düşünmenin ileri şekillerini uygulamasıdır.

Olumsuz zihni kurgu, yani olumsuz düşünce ise beynimizi kendimize karşı olumsuz çalışmaya programlayacaktır.

Örneğin bir futbolcu, üç kez kaleciyle karşı karşıya kalmasına rağmen topu dışarıya atmıştır. Bir dahaki maçta aynı hatayı yapmak istememektedir. Bunun için beynini şöyle programlamıştır: "Topu dışarı atmayacağım. Topu dışarı atmayacağım." Bunu kendi kendine defalarca söylemiş ve maça çıkmıştır. Sonuç: Topu yine dışarı atmıştır.

Burada futbolcunun yaptığı hata, topu kaleye atmaya değil, dışarı atmamaya şartlanmasıdır. Bu durumda beyin, kalenin içine değil, dışına kilitlenmiştir. Bu olumsuz uyarıcı da, başarıya değil, başarısızlık korkusu yüzünden başarısızlığa götürmüştür.

Olumlu düşüncede temel nokta, beyni olumlunun üzerine programlamaktır. Yâni, başarısız olmamayı değil, sadece başarmayı düşünmelisiniz.

Bunu hafıza noktasında düşünürsek, unutmayı değil hatırlamayı seçmeli, ona kilitlenmelisiniz.

Evet, başarının en önemli anahtarlarından birisi, beynin olumlu düşünceye programlanmasıdır. Bu ise, gerçek bir özeni gerektirmekle beraber, aslında zevkli bir uğraştır.

OLUMLU DÜŞÜNMENİN GETİRİLERİ
Amerika'da bir okulda ilginç bir deney yapılır. Özel bir sınıf oluşturulur ve bir grup öğretmen bu sınıfa verilir.

Öğretmenlere, bu sınıftaki öğrencilerin çok seçme öğrenciler olduğu söylenir. Öğrencilere de aynı şekilde, öğretmenlerinin çok seçme öğretmenler oldukları belirtilir.

Yıl sonunda, sınıfın başarısı hârikadır. Okul müdürü, o öğretmenlerle bir toplantı yapar ve sınıfın gerçekte kura ile, gelişigüzel bir şekilde oluşturulduğunu açıklar. Bunun üzerine öğretmenler, "Bu durumda, demek ki biz süper öğretmenleriz." derler. Müdür cevap verir: - Hayır, sizler de kura ile seçildiniz.

İnsanların ortaya çıkaracakları eserler, genellikle yakın çevresindeki insanların kendilerinden bekledikleriyle doğru orantılıdır

AŞAĞILIK KOMPLEKSİ İLE İLGİLİ 7 NOKTA

Özgüvenin karşıtı olan özgüven eksikliği genellikle aşağılık kompleksi olarak tanımlanır. Özgüven hakkında çok önemli bir kitap yazan psikolog Don Hamachek aşağılık kompleksi ile ilgili 7 noktaya dikkat çekiyor.
1. Eleştiriye karşı alıngan olmak Aşağılık duygusuna kapılan insanlar hata yaptıklarını bilseler de diğer insanların bunu vurgulamaları hoşlarına gitmez. Ne kadar yapıcı ya da naif olursa olsun her eleştiriyi kişisel bir saldırı olarak algılarlar. 

2. Özgüvene uygunsuz cevap verme
 
Bu iki şekilde olur. Bazı insanlar kendileri hakkında iyi şeyler duymak için can atarlar ve sürekli iltifat edilmesinden hoşlanırlar. Diğer davranış biçimi ise tam tersidir. Özgüven eksikliği çeken bir grup insan ise kendileri hakkında pozitif bir şey duymak istemezler çünkü kendi hissettikleriyle çelişirler. 

3. Aşırı eleştirel yaklaşım
 
Kendilerini iyi hissetmeyen kişiler başkaları hakkında iyi şeyler düşünmezler. İnsanların kusur ve hatalarını ararlar. Böylece kendilerinin çok kötü olmadığını kanıtlamaya çalışırlar. Bu insanlar çevredeki en akıllı, çekici, başarılı insan olmadıkları zaman akıllı, çekici, başarılı hissetmezler. 

4. Suçlama eğilimi 
Bazı insanlar aşağılık hissetmenin acısından kurtulmak için kendi güçsüzlüklerini diğer insanlara yüklemeye çalışırlar. Bu noktada kendi hataları için başkalarını suçlarlar. 

5. İşkence isteği 
Özgüvensizlik doruk noktasındayken başkasına zarar vermeye kadar varabilir. Başkalarını suçlama davranışı kontrol edilemez bir duruma ulaşabilir. 

6. Rekabetle ilgili negatif hisler 
Aşağılık kompleksi olan insanlar da herkes gibi bir oyunu ya da yarışmayı kazanmak ister ama böyle durumlardan kaçınırlar çünkü kazanamayacaklarını düşünürler. Birinci gelememe korkusu tamamen başarısız oldukları korkusuna kapılmalarına neden olur. 

7. Yalnızlık ve çekingenlik eğilimi 
Aşağılık duygusu olan insanlar diğer insanlar kadar zeki ve ilginç olmadıklarını düşündüklerinden diğer insanların da onları böyle göreceğini düşünürler. Bu yüzden sosyal ortamlardan kaçınırlar. İnsanlarla birlikteyken susmayı tercih ederler çünkü bunun yalnızca aptallıklarını ya da sıkıcılıklarını kanıtlayacağını düşünürler.

Don Hamachek

KENDİ ÖZÜMÜZE KOŞMAK

Belki en büyük savaşları kendi içimizde yaşıyoruz, arzularımız 
korkularımızla çarpışıyor, özlemlerimiz kuşkularımızla vuruşuyor, 
hayallerimiz acı tecrübelerimizin bize kurduğu pusulara düşüyor, 
mutluluğa doğru coşkulu bir koşu tutturma isteği en olmadık anda 
kaçıp gidecek huzurun ihanetinden endişeleniyor. 
Özgürlüğe kendimizi bir boşluğa bırakır gibi bırakma dürtüsü, bizim 
özgürlüğümüzün bir başkasının esaretine yol açacağının tedirginliğiyle 
kuşatılmışken biz özgür olabilir miyiz sorusu büyüyor içimizde. Geçmişe 
olan borcumuz geleceği yaratma gücümüzü zayıflatıyor. Alışkanlıklarımız 
heyecanlarımızla boğuşuyor. Kendi kendimizle savaşıp, cevaplarını 
bilmediğimiz sorularla allak bullak oluyoruz. Bizim isteklerimiz 
başkasına acı verecekse, isteklerimizden vaz mı geçmeliyiz, vazgeçmenin 
bize çektireceği acı, sevdiğimiz birinin çekeceği acıdan daha mı az 
yaralar bizi? 

Sevdiklerimize olan borcumuz ne, peki kendimize olan borcumuz? 

Bu hayatı nasıl yaşamalıyız? 

Huzuru mu aramalıyız heyecanı mı? 

Yaptıklarımızdan pişman mı oluyoruz yoksa yapmadıklarımızdan mı, 
gelecekte hangisi takılır aklımıza? 

Bizim mutluluğumuzun yolu bir başkasının mutsuzluğundan geçiyorsa, 
değiştirmeli miyiz yolumuzu? 

İnsan en büyüksavaşı kendi içinde veriyor. Birbiriyle çelişen 
duygularımızla hırpalanıyoruz, kimsenin görmediği bir savaş alanı 
gibi içimiz, kendi ölülerimizle doluyor, duygularımızdanhangisi galip 
gelirse gelsin, patlayan duygularımızla birilerinin vurulacağını 
biliyoruz artık. İsteklerimizi, coşkularımızı, özlemlerimizi 
evcilleştirmeli miyiz, kendi kendimizin avcısı olup kafeslere mı 
kapatmalıyız ruhumuzu? 

Bilinmeyenin bizde yarattığı o çıldırtıcı merakın peşinden mi 
koşmalıyız yoksa bilinmeyenden saklı olana duyduğumuz korkuyla 
geri mi durmalıyız. 
Ne yapmalıyız, bu hayatı nasıl yaşamalıyız? 

Kendimizden başka bir dostumuzun, kendimizden başka bir ordumuzun 
olmadığı bir savaşta bölünen ruhumuzun hangi tarafının zaferi 
için uğraşmalıyız. Hangi tarafı tutarsak tutalım neticede yine de 
bir tarafımıza ihanet etmiş olmayacak mıyız, ihanetsiz yaratılamayacak 
bir geleceğin yükünü taşıyabilecek kadar güçlü müyüz? 

Kaçsak, gidecek yerimiz yok, kendi kendimize tutsağız, savaşsak 
vuracağımız başkalarıyla birlikte yine kendimiz olacağız. 
Ayaklanmış duygularımızın birbiriyle vuruştuğu bir savaş yaşıyoruz. 
Geçmişten geleceğe ancak savaşla geçebiliyor ruhumuz, geçmişi olanın 
geleceği savaşsız yaratılmıyor. Hem mutlu hem huzurlu, hem coşkulu hem 
korkusuz, hem arzulu hem kuşkusuz olamaz mıyız,geleceği başkalarının 
hayatlarına dokunmadan, onlarda acınacak yaralarla yaralanmadan 
yaratamaz mıyız? 

Nedir bu savaşın ardındaki sır, hangi buyu bizi bizimle vuruşturuyor, 
hangi korkunç kader geçmişimizi geleceğimizle çarpıştırıyor? 

Huzur bütün duygularımızı barış içinde tutmaksa eğer, hiç mi huzurlu 
olamayacağız, bir huzursuzluğa mı mahkumuz? 

En korkunç savaşı kendi içimizde yaşarken, ne yapmalıyız? 

Kim akıl verebilir bize? Kim bize yol gösterebilir? 

Savaşa savaşa, her savaşta bir parçamızı öldürerek mi yürüyeceğiz hayatın içinde? 

Her mutluluk bir acıdan mı süzülecek? 

Pusularla, ihanetlerle, saldırılarla, geri çekilmelerle, mütarekelerle, 
kaçışlarla, esaretlerle dolu bir savaşı yalnız başımıza yaşıyoruz, kim 
galip gelirse gelsin bir tarafımız hep yeniliyor. 
Yenilmeden galip gelemiyoruz. 
Her zafer bir yenilginin izini bırakıyor derinimizde. 
Zaferlerimiz kadar da yenilgilerimiz oluyor. 
Kendi kendimizle savaşarak yürüyoruz. 
Ve savaş, biz bittiğimizde bitiyor ancak. 

BUGÜN KENDİM VE HEDEFLERİM İÇİN NE YAPTIM DİYE SOR..

Yelkenlerini belli bir yön için ayarlamayan bir deniz aracı rüzgar gücünün etkisiyle sadece oraya, buraya sürüklenir. Güç belli bir hedef için yönlendirildiğinde anlamlıdır. Şirketler de her yıl sonunda bir sonraki yılın hedeflerini belirlerler. Peki kişisel gelişim için de hedefler koyulmalı mı? Kişisel gelişim hedefleri bize ne avantajlar sağlar?
Aynı rüzgarın etkisiyle bir gemi doğuya giderken, diğer gemi batıya gidiyor.
Gideceğiniz yön rüzgarın gücüne değil, yelkenlerin yönüne bağlıdır.
Ella Wheeler Wilcox
Neden Kişisel Gelişim Hedefleri Koyulmalı?
Çoğumuz iş ortamında çeşitli hedeflerle karşılaşıyoruz. Hedefler belli bir konuya konsantre olmamızı, belirlenen doğrultuda yoğun olarak çalışmamızı, başarı yolunda kendi kendimizi değerlendirebilmemizi sağlıyor. Hedefler, işverenin de çalışanları objektif olarak takdir etmelerini ve maaşları bu kriterlere göre ayarlamalarını sağlayan bir araçtır.
Şirketlere birçok faydalar sağlayan hedef koyma işlemi, şirket dışındaki kişisel gelişimimiz için de koyulursa bize bir çok faydalar sağlamaktadır.
Kişisel Hedef Koyma İşleminin Faydaları;
  • Yaşamınızı kontrol altında tutarsınız
  • Önemsiz şeylerden uzak durarak, önemli şeylere odaklanırsınız
  • Rutin kalıpların dışına çıkarsınız
  • Tutarlı bir kişilik olursunuz
  • Zamanı iyi kullanırsınız
  • Başarılı olursunuz
  • Hedef Koyma ve Koyulan Hedeflere Ulaşmak İçin Neler Yapılmalı?
    Başarı ani parlamalar şeklinde yapılan çalışmalarla değil, belli bir amaç için sürekli ve giderek artan çalışmalarla elde edilmektedir. Bunun anlamı şudur;
    • Büyük hedefleri kademeli, küçük ve kolay hedeflere bölmelisiniz,
    • Belirlediğiniz hedef için hangi zaman dilimlerinde neleri yapmayı planladığınız yazmalısınız,
    • Her gün sonunda kendi kendinize şu soruyu sormalısınız;
    • "Bugün hedefim için ne yaptım?"

GÜNÜ 24 SAAT NASIL YÖNETİRSİNİZ

Hayatta büyük işler başarmış alimlerin, liderlerin, dahilerin de haftada 168 saati, günde 24 saati vardı. Bu kişilerin ortak özelliği, zamanlarını büyük bir ustalıkla yönetmeleriydi. Dağıtımı adil olarak yapılan bu kaynağa hepimiz eşit sürelerde sahibiz; ancak farklı şekillerde kullanıyoruz.

Hedeflerimize ulaşma konusunda kritik öneme sahip olan kaynaklardan biri, zamandır. Esasen zaman ile ekonominin temel sorunu arasında sıkı bir işbirliği vardır. Ekonominin temel sorunu olan kıt kaynaklar ile sınırsız olan insan ihtiyaçlarının karşılanması zaman yönetimi açısından da farklı bir durum değildir; çünkü öğrenme isteğimiz ve ihtiyacımız sonsuzdur ancak zamanımız kıtdır, bu durumda zamanı akıllıca kullanmamız gerekmektedir. Zamanın en önemli özelliği, kullanımının diğer kaynaklar gibi daha sonraya ertelenememesidir. Bankaya yatırdığınız parayı istediğiniz zaman çekebilirsiniz ama zaman yönetiminde “Bebu zamanı daha sonra kullanayım” diyemezsiniz, zamanı geçmiştir, bunun için şimdiki zamanı geleceğiniz için en şekilde kullanmalısınız.
Hayatta büyük işler başarmış alimlerin, liderlerin, dahilerin de haftada 168 saati, günde 24 saati vardı. Bu kişilerin ortak özelliği, zamanlarını büyük bir ustalıkla yönetmeleriydi. Dağıtımı adil olarak yapılan bu kaynağa hepimiz eşit sürelerde sahibiz; ancak farklı şekillerde kullanıyoruz. Kimimiz zamanını israf ederek başıboş geçirirken, kimimiz ise amaç odaklı çalışarak zamanının her anını faydalı bir şekilde değerlendiriyor. İşte zamanı etkili kullanan, gıpta ettiğimiz bu kesim toplumumuzda başarılı olan kişileri temsil etmektedir. Öncelikle sahip olduğumuz bu değerli kaynağın amaçlarımıza ulaşmada ne kadar önemli olduğunun farkına varmalı, sonraki etapta ise bu kaynağı en etkili şekilde yönetmeyi öğrenmeliyiz.

Zamanı Anlamak
Madde devamlı hareket ve enerji halindedir. İşte bu hareket ve enerji zaman kavramını ortaya çıkarmaktadır.
Hepimizin bazı anlarda kullandığı iki cümle kalıbı vardır: “Zaman ne çabuk geçti” ve “Zaman durdu, sanki geçmiyor…” Bu ifadeler bizi zamanı nasıl algılamamız konusunda bilinçlenmeye götürmektedir. Einstein, kendisinden izafiyet teorisini açıklaması istendiğinde şu açıklamayı yapmıştır: “Ateşin üstünde 1 dakika 1 saat gibi geçerken, güzel bir kadının yanında 1 saat 1 dakika gibi geçer.”
Einstein’in zamanın izafi oluşu ile yaptığı bu açıklama bize zamanın kişiye göre değişen subjektif bir ölçüsü olduğunu da açık bir şekilde göstermektedir. O halde, zamanı daha eğlenceli ve doyumlu yaşamak için anımızdan keyif almayı bilmeli, bunun için de yaptığımız işleri sevmeli, olumlu düşünme alışkanlığını kazanmalıyız.
Sevgiyle, ilgiyle, bilgiyle zamanı yaşamalıyız; bu şekilde geçen zaman bize sıkıntı vermeden hazla akar, her dakikasından keyif alarak hedefimiz yolunda ilerlemeye devam ederiz.
Zaman Yönetimi Nedir?
Zaman yönetimi yapılacak faaliyetlerin organize edilerek gün, ay ve yıl olarak planlanması ve bir programa bağlanmasıdır. Zamanı kendi çıkarları için yönetmeyi bilen bir kişi psikolojik olarak da rahattır; çünkü her şey bir program dahilindedir, her şey kişinin kontrolü altındadır.
Böylece kişi daha az endişe ve stres yaşar, daha az hata yapar.

Zaman yönetimi için aşağıdaki tanımlamaları yapabiliriz:
Zaman yönetimi, hayatın ritmini yakalamaktır.
Zaman yönetimi, anı kaçırmamaktır.
Zaman yönetimi, geleceğe yön vermektir
Zaman yönetimi, geçmişi değerlendirmektir.
Zaman yönetimi, koordinasyon becerisi kazanmaktır.
Zaman yönetimi, şimdiki anı gelecek için organize etmektir.
Zaman yönetimi, erteleme hastalığından kurtulmaktır.
Zaman yönetimi, hedeflerin için program yapmaktır.
Zaman yönetimi, saatlerin, günlerin, ayların nasıl geçtiği konusunda bilinçlenmektir.
Zaman yönetimi, zaman tuzaklarını bilmek ve bunlara düşmemektir.

Zaman Nasıl Yönetilir?
Zaman yönetimi hedeflerin belirlenmesi, bu hedeflere ulaşmak için planların yapılması, planların programa bağlanması, alınan sonuçların denetimi ve değerlendirilmesi, sonuç ne olursa olsun esnek olarak hedef için yeni planların hazırlanması sürecidir.

Etkili bir zaman yönetiminde süreç aşağıdaki gibi işler:

Hedef: Zamanınızı etkin bir şekilde yönetmek için öncelikli olarak bir hedefiniz olması gerekir. Hedefler yapılacak işler değildir, yapılacak işler hedeflerimize ulaşmak için gereken faaliyetler zinciridir. Kendinize gerçekçi, ulaşılabilir, ölçülebilir bir hedef koyduktan sonra bu hedefe ulaşmak için aylık, haftalık ve günlük planlar yapmalısınız.

Plan: Belirlediğiniz hedeflere ulaşmak için yapılması gereken faaliyetlerinizi aylık, haftalık ve günlük olarak organize etmeli, bunda işlerin önceliğini göz önünde bulundurmalısınız. İşlerin hangisinin önce yapılması gerektiğine karar veremediğiniz anlarda kendinize şu soruyu sorun: “Bu işi bugün yapamazsam ne olur?” Sonuçlar negatifse o, önemli bir iştir. İşlerinizi böyle bir soru filtresinden geçirdikten sonra öncelik sırasına koyabilirsiniz.

Program: Gün içinde işlerinizi planladıktan sonra, bunları hangi zaman diliminde yapacağınızı da belirtmelisiniz. Dişleri fırçalamak, yemek yemek, banyo yapmak gibi rutin faaliyetlerinizi ayrıca yazmanıza gerek yoktur; çünkü bu hem sıkıcı hem de gereksiz bir işlemdir. Önemli işlerinizi not ederek uygun bir zaman dilimine yerleştirmelisiniz. Öncelik sıralamanıza göre, en önemli işlerinizi en verimli ve enerjik olduğunuz zamanda tamamlamaya önem vermelisiniz.

Sonuç ve Esneklik: Zaman yönetiminde zamanı planlamak kadar önemli olanda sonuçları değerlendirme ve kritik etme şeklinizdir. Plan ve program yaptınız ancak bazı aksilikler yüzünden yüzde yüz programınıza uyamadınız, böyle bir durumda moralinizi bozmamalısınız önemli olan böyle bir durumu görebilmektir eğer böyle bir plan yapmasaydınız belki de neyin zamanınızı boşa harcadığını göremeyecektiniz. Bu nedenle sonuçları esneklikle karşılayıp dersler çıkarmalısınız.

Rapor: Günün sonunda genel bir değerlendirme yapın, kendinize zamanı verimli kullanıp kullanmadığınıza göre 0 ile 10 arasında bir puan verin. Eğer içinizden düşük bir puan vermek geliyorsa, demek ki o günün hakkını tam vermediniz. Bu durumda nelerin zamanınızı çaldığını kendinize rapor edin, böyle bir çalışma yaparak sonraki planlarınız için besleyici bir referans elde eder, bir sonraki sefere planlarınızı daha akılcı bir şekilde hazırlamayı öğrenirsiniz.

1 Haziran 2011 Çarşamba

KENDİMİZİ NASIL DİNLETİRİZ ONLAR NASIL DİNLERLER

Mesajınızı karşı tarafa ulaştırmak için onların etkin bir şekilde sizi dinlemesini sağlamalısınız. Gerçekten dinleyen insanların nasıl durduğunu hiç gözlemlediniz mi? Öne eğilir, gözler konuşmacıya kilitlenir, beden dilleriyle onaylayıp söylenenlere tepki verir.Peki ya gözleyemediğiniz kısım?                    
Duygusal tepkiler veriyorlar; iyi, kötü, nötr. Etkili imajlar ve hikayeler, dinleyicilerinizin modunu istediğiniz yöne çekecektir.  
Hüküm veriyorlar. Hepimiz yapıyoruz. Her bilgi kırıntısı ve küçük işaretlere göre yargılama yapıyoruz. Sunumunuzun en ince ayrıntısı bile dinleyicilerinizin siz ve söyledikleriniz hakkında vereceği hükmü etkileyecektir.Dinleyiciler söylediklerinizi sizin konuştuğunuzdan daha hızı işlemden geçirirler. Araştırmalar gösteriyor ki çoğu insan konuşurken 1 dakikada 135 ila 150 kelime kullanırken, 400 ya da daha fazla kelime dinleyip bilgiyi işlemden geçirebilirler. Bazı uzmanlar bu rakamın 1000 kelimeye kadar varabileceğini savunuyor. Buna duyduklarımızın sadece yüzde 25′ini akılda tuttuğumuz ve yüzde 75′ini kaybettiğimiz gerçeği de eklenirse, vermeye çalıştığınız mesajı ciddi bir şekilde etkileyebilecek bir iletişim dar boğazından bahsediyoruz demektir. Kariyer stratejisti Mariette Edwards’a göre, siz konuşurken dinleyicileriniz farklı durumlar yaşıyorlar. İşte bu durumlardan bazıları. Dinlemek isteyip istemediklerine karar veriyorlar. Fiziksel görüntünüz, sunum materyalleriniz ve zamanlamanızla, hedef kitlenizin dikkatini yükseltmesine çalışın. Kafalarını karıştıracak nedenler yaratmaktan kaçının.Dikkatlerinin dağılmaması için savaşıyorlar ya da yenik düştüler bile. Her iyi dinleyicinin bile kafası zaman zaman karışıp yoldan çıkabilir. Araştırmalar gösteriyor ki dinleyicilerin konuya ilgisini korumak için, konuşmacı her 5-7 saniyede bir onların dikkatini toparlayacak bir şey yapmalıdır.
Sizi takip ediyorlar ya da kayboldular. Dinleyicilerinizin sizi anlamasını ve takip etmesini kolaylaştırmak için, konuşmanızı başlıklar, önemli noktalar ve fikirler şeklinde organize edin. Her bölümü bitirdikten sonra başlıkları tekrarlayın ve birkaç iyi soruyla karşınızdakilerin sizi anlayıp anlamadıklarını sınayın.                 
Kafalarındaki sorular dikkatlerini dağıtıyor. Konuşmanız, dinleyicilerin kafasında oluşan sorularla bölünüyor. Bu sorulmayan soruları önceden tahmin ederek yanıtlamaya çalışın.
Mesajlarınıza açık ya da kapalılar. Beden dillerini izleyin. Size onlarla iyi bir bağlantı kurup kuramadığınız konusunda bilgi verecektir.
Ne kadar dinlemeleri gerektiği ve ne kadar dinlemek zorunda olduklarını ölçüyorlar. Dinlemeniz gerektiğinde, ne söylendiği daha fazla önem kazanır. Hedef kitlenizin dinleme ihtiyacını arttırmak için, mesajınızı kişiye özel ve hayati önem taşıyan bir hale getirin. Dinleyicilerinizin istek ve ihtiyaçlarını ortaya çıkaracak sorular sorun ve o noktalara çalışın.
Sonucu oluşturuyorlar. Belki de sonuca ulaşmaları için onlara verdiğiniz sunumdan çok önce sonuca varmış olabilirler. Sizin istediğiniz sonuca varmaları için onlara yardımcı olun. Bilgi güçtür. İnsanların nasıl dinlediği hakkında daha fazla bilgi sahibi oldukça, konuşmalarınızda daha başarılı olacaksınız.

Abraham Lincoln'un, Oğlunun Öğretmenine Yazdığı Mektup

Abraham Lincoln'un, Oğlunun Öğretmenine Yazdığı Mektup

"Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını,
fakat şunu da öğret ona:
Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya kendini adamış bir
lider vardır.

Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum,
fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha
değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan
uzaklara yönelt onu. eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret
ona.

Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını... eğer 
yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki
kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin
ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...

Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.

Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu
söylediğinde dahi...
Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü
vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...
Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona.

Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin sadece kendi iyiliği
için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat
etmesini... Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat
hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.

Ona nazik davran ama onu  kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, Bırak cesur olacak kadar
sabrı olsun.

Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece
insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır... Bu, büyük bir taleptir,
ne kadarını yapabilirsen bir bakalım... O ne kadar iyi, küçük bir insan, oğlum..."

BAMBU AĞACI ve SABIR.

    
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru şudur :
Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı Yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?Bu sorunun cevabı Tabii ki beş yıldır.
Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?...
Bir başarının şartları her zaman çok basittir.
Bir süre için çalışın,
Bir süre tahammül edin.
Her zaman inanın ve hiçbir zaman geri dönmeyin   


Zeka doğuştan mı kazanılır yoksa zamanla geliştirilir mi?

Zeka kısaca insanın öğrenme ve uyum gücü olarak tanımlanabilir. Edison’a başarısını neye borçlu olduğunu sorduklarında bunun % 5’inin zeka, % 25’inin ise çalışmak olduğunu söylüyor. Okul hayatında hep birinci olan birçok kişinin hayata atıldığında başarısız, istikrarsız olduğunu sık sık görürüz. Okul başarısında klasik zeka yeterliyken, hayat başarısında duygusal zeka olarak tanımlanan duygusal ve sosyal becerileri öğrenme yeteneği ön plana çıkar.
Zeka sayısal olarak hesaplanamaz Eski anlayışa göre, zeka doğuştan gelir, sabittir, değiştirilemezdi. Sayısal olarak ölçülebilirdi. Öğrencileri seviyelere ayırmak ve öğrenme güçlerini ölçmek için kullanılır, böylece gelecekte başarılı olabilecekler tahlil edilirdi. Yeni anlayışta ise zeka geliştirilebilir, iyileştirilebilir, sayısal olarak hesaplanamaz. Hesaplanan sadece mantıksal zeka katsayısıdır. Zeka problem çözme, verim gösterme, ürün ortaya çıkarma sürecinde sergilenir. Zekayı sergilemenin çeşitli yolları vardır. Gerçek hayat şartları zekayı etkiler. Bütün bebekler belli bir potansiyele sahip olarak doğuyor, ancak bu potansiyelin aktif hale getirilmesi için aileye büyük görev düşüyor. Her insanın genlerinde yazılı biyolojik olarak geçen bir zeka gücü vardır. Diyelim ki, bir insanın boyu genlerinde 180 santimetre olarak yazılı. Çocuk iyi beslenirse 180 santimetreye kadar uzar. Aksi durumda boyu 160 santimetre civarında kalır. Zeka da böyledir. Ortalama insan IQ’su 100’dür. Yeni doğan bir bebeğin potansiyel zekası ise 140’tır. Çocuk eğitilmediğinde, zihinsel uyarıyı almadığında veya okumadığında IQ’su 100’lerde kalır. Çocuğun zeka seviyesinin yanı sıra, nasıl bir zeka türüne sahip olduğu, ona vereceğimiz eğitim açısından da çok önemlidir. Eskiden tek zeka kavramından bahsedilirken bugün 8 farklı zeka türü olduğu kabul ediliyor.
Bu zeka türlerini şöyle sıralayabiliriz: 
Sözel zeka: Kelimeleri etkili kullanma yeteneğidir. Bu çocuklar dinleyerek öğrenmeyi sever, duygu ve düşüncelerini sözel ifadelerle aktarırlar. İyi yazarlar, iyi anlatırlar, kitap okumayı, kelime oyunları severler. Kavramlarla ve kelimelerle düşünürler. Bu çocukların ebeveynlerinin onları konuşturmaya çalışması faydalı olur. Sözel zekaya sahip çocuklar daha çok yazar, gazeteci ve politikacı olurlar.  
Sayısal zeka: Sayısal zekası yüksek olanlar sebep-sonuç ilişkisi kurmayı, “neden” demeyi severler, çok soru sorarlar. Olayları kategorize ederek bağlantılar kurmaya kafa yorarlar. Bu çocuklar hesap yapmayı, bir makineyi söküp nasıl çalıştığını görmeyi severler. Nedenini bilmediği şeyi fazla akılda tutamazlar. Bilim adamı, matematikçi ve bilgisayar programcısı olma ihtimalleri yüksektir.  
Görsel zeka: Görsel zekası yüksek olanlar işittiklerini değil de, gördüklerini akıllarında daha iyi tutarlar. Bu zeka türüne sahip çocukların yaşıtlarına kıyasla resimleri güzeldir. Film ve slayt gösterileri eşliğinde öğrenmeyi severler. Hayal dünyaları geniştir. Resimli kitaplara, sanatsal etkinliklere yatkındırlar. Renklere çok hassastırlar. Mimar, fotoğrafçı ve dekoratör olabilirler.  
Müzik zekası: Ritim, nota, ses tonu, ahenk, melodi gibi müziksel unsurlara aşırı duyarlıdırlar. Müziksel unsurları hemen fark ederler, değerli bulurlar ve ifade ederler. Nota, solfej bilmeseler bile, melodileri hemen akılda tutarlar. Müzik eşliğinde çalıştıklarında öğrendiklerinin kalıcılığı artar. Tempo tutma, mırıldanma, ıslık çalma, eşlik etme, müzik dinleyerek kitap okuma sevdikleri şeylerdir.
Bedensel zeka: Bir sorunu çözmek, bir model oluşturmak, bir şeyler üretmek için bedenlerini, ellerini, parmaklarını kullanabilme gücüdür. Bedensel zekası yüksek olanlar, duygu ve düşüncelerini dokunarak, hareketlerle anlatmada beden dilini kullanmaya çok yatkındırlar. Koşmayı, zıplamayı, mimik ve jestleri kullanmayı, bir yerler inşa etmeyi çok severler. El becerileri iyidir, yap-bozu severler. Tamir işlerini çok rahat yaparlar. Başkalarının mimik ve jestlerini kolayca taklit ederler. Uzun süre kaldıklarında kıpırdamaya başlarlar. Sporcuların, aktörlerin, heykeltıraşların çoğu bedensel zekası yüksek olan insanlardır.  
Sosyal zeka: Çevresindeki insanların duygularını, isteklerini, ihtiyaçlarını anlama, ayırt etme ve karşılaştırma gücüdür. Sosyal zekası yüksek olanlar, insanları tanıma konusunda çok başarılıdırlar. Liderlik özellikleri vardır. Yüz ifadelerine ve seslere, insanlardaki farklılıklara duyarlıdırlar. Yüzleri çok iyi okurlar. Analiz etme, yorumlama ve değerlendirme kapasiteleri yüksektir. Sözlü ve sözsüz iletişimde yetenekleri üstündür. Organize etmeyi, lider olmayı, başkalarına yardım etmeyi, beraber ders çalışmayı, empatik iletişimi ve öğretmeyi severler. Genellikle danışman, öğretmen ve siyasi lider olurlar.
İçsel zeka: Kendi ile ilgilenme, kendini tanıma, güçlü zayıf taraflarını fark etme yeteneğidir. Kim olduğu, neyi yapmak istediği, nelere yönelmesi gerektiğini, nelerden uzak durması gerektiğini bilme kapasitesidir. Bir şeyi düşünürken kendi duyguları, ilgisi, ihtiyaçları ve istekleriyle amaçlarını bağdaştırmaya çalışırlar. Bağımsız olma, kendilerini açık ve net dile getirme, olaylardan ders almaya yatkındırlar. Bu zeka türüne sahip çocukları düşünmeye, oturup kafa yorarak fikir üretmeye teşvik edebilirsiniz. Psikolog olmaya yatkındırlar. 
Doğal zeka: Çevre, doğa olayları, ekolojik unsurlara aşırı duyarlıdırlar. Düşünürken doğa formları, hayvan- bitki figürleri ile düşünürler. Hayvan beslemeyi, doğayı, toprakla uğraşmayı önemserler. Mevsimler, iklim olayları ile ilgilenirler. Hava tahmin konularına ilgi duyarlar.
 Duygusal zekâ IQ’dan daha önemli : Harvard Üniversitesi en iyi öğrencilerini 10 sene boyunca izlemeye alıyor, hayat başarılarına bakıyor. Sonuç hüsran. Okul başarısı çok yüksek olan öğrenciler neden hayatta başarılı olamıyorlar? Çünkü bu insanlar duygularını ve diğer insanlarla olan ilişkilerini yönetemiyorlardı. Yanlış şeyleri seviyorlar, kendilerini tanımıyorlar, yanlış kararlar verip entelektüel enerjilerini boşa harcıyorlardı. İşte bu sırada Sinirbilimci Antonio R. Domasio, “Descartes’ın Yanılgısı” (1994) adlı bir kitap yazdı. Duyguların insan beyni için gerekli olduğunu savunup akla duygulardan daha fazla değer veren sistemi eleştirdi. Descartes’in “Cogito, ergo sum (Düşünüyorum, öyleyse varım)” sözünden yola çıkarak, doğulu bilginlerin benimsediği görüşlerin yok sayılmasının yanlış olduğunu belirtti. Son yıllarda da kişinin mantıki zekâ katsayısının (IQ) yüksek olmasının başarı için yeterli olmadığı, o kişinin duygusal zekâ katsayısının (EQ) da yüksek olması gerektiği kabul görmeye başladı.
 Duygusal zekâ faktörlerini şöyle sıralayabiliriz.
1- Kendini harekete geçirebilme gücü
2- Hedefini belirleyebilme gücü
3- Aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme gücü
4- Dürtü ve isteklerini kontrol edebilme gücü
5- Ruh halini düzenleyebilme gücü  
6- Empati yapabilme gücü
 
7- Ümit besleyebilme gücü 

Zeki ama yavaş öğrenen çocuğa dikkat
       Çocuk zeki olduğu halde yavaş öğrenebilir. Bu çocuğun elinde olmayan yeni tanımlanan bazı hastalıklar ile ilgili olabilir. Özel öğrenme güçlükleri (okuma, yazma, matematik) veya dikkat eksikliği, hiperaktivite bu rahatsızlıklardan biridir. Eğer erken fark edilirse çocuğunuzun akademik başarısını çok arttırabilirsiniz. Çocuğun kromozomlarında yazılı potansiyel bir zekası vardır. Zeka testleri pratik zekayı ölçer. Öğrenme ile pratik zeka geliştirilebilir. Yavaş öğrenen çocuklarda pratik zekayı geliştirmeye ihtiyaç vardır. Bu çocuklar edinilen bilgiyi zihinsel olarak iyi işleyemezler, dolambaçlı yollara başvururlar. Dikkat eksikliği çeken çocuklar ise 5-10 dakikada yapılacak ödevi 1-2 saatte yaparlar. Bunlar sık eşya kaybederler, kafa yoran işlerden kaçarlar, zeki oldukları halde tembeldirler, kıpır kıpırdırlar yerinde duramazlar. Ani hareket ederler. Yapılan son araştırmalar dikkati dağınık çocukların beyinlerinin ön bölgesinde bazı kimyasal maddelerde eksiklik olduğu, kan şekerini iyi kullanamadığını gösterdi. Eğer erken teşhis koyulabilirse bu çocukların akademik başarı ve sosyal uyumları özel yöntemlerle sağlanabilir. Bunun için anne babanın bilinçli davranması gerekiyor. ”Zeki çocuk büyüdükçe düzelir, enerjisi fazla bırakın koşsun, çok şımartmışsınız biraz sert davranın veya zekasını fazla engellemeyin daha kötü olur “ gibi yanlış tutumlar bu çocukların geleceğini kaybettirir.  

Güçlü bir bellek için 5N1K kuralı
       Aslında insanı insan yapan hafızasına kayıtlı olan bilgilerdir. Hepimiz sonsuz bir bellek yeteneği ile doğarız. Öğrendiğimiz her şey, tüm yaşam tecrübemiz beynimizdeki nöronlar arasında elektriksel ve kimyasal harflerle yazılıdır. Beynimize gelen girdiler kütüphaneden farklı olmayan bir dosyalama sistemi ile çalışır. Bazı dosyaları tamamlanmış kabul edip kapatırsak araya yeni bilgi yüklenilmez. Bu genelde değişimi sevmeyen kişiler için geçerlidir. Mevcutla yetinir, hep aynı kalır. Kaliteli bir bellek için gerekli birçok unsur vardır. Bunlardan biri de uykudur. Uykudayken önemli bilgiler ön bellekte tutulur, sık kullanılmayanlar ise uzun dönemli belleğe gönderilir. Uykunun RM döneminde yani derin uykuda beyin aktif çalışır. Bu evrede beyin aktif bilgi işlem ve arşivleme yapar. Kaliteli bir bellek için kaliteli uykuya ihtiyaç vardır. Beynimizi güçlü tutmak istiyorsak, kaydedeceğimiz bilgileri 5N1K kuralına göre beyne yazmalıyız. “Kim, ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçin” sorularına cevap verilerek yazılan bilgiler, beş duyu ile beyne kaydedildiği için kolay unutulmaz ve hemen hatırlanabilir.  
Zayıf bir hafızanın 7 sorumlusu
1.Kötü hafızanın birinci sorumlusu, dikkatsizliktir. Düşüncesini yoğunlaştırabilen kişi, konuya konsantre olabilir. Dikkat edilmeden dinlenen bilgiler kuma yazılmış gibidir, hemen silinir.
2.Özgüven azlığı da kötü hafızanın sebeplerindendir. İnsan beyninde biyolojik bir saat vardır. Eğer o saate bilerek ve irade ederek saat 07:00’de kalkacağınızı söylerseniz, öyle programlamış olursunuz. Sabah 07:00’de kolayca kalkarsınız. Kolumuzdaki saate güvendiğimiz kadar hafızamıza da güvenirsek bizi yanıltmaz.
3.Bir başka kötü hafıza nedeni de önem vermemektir. Unutulan bilgiler genellikle o kişi tarafından önemsenmeyen bilgiler olacaktır. “Unuttum” demek mazeret değildir, o konuya önem vermediğiniz anlamına gelir.
4.Kötü hafızanın bir sorumlusu da, akılda tutma tekniğini bilmektir. Mesela, araba, kuş, mavi ve lale kelimelerini akılda tutmak istiyorsanız, bunları doğrudan ezberlerseniz aklınızda kalmayabilir. “Mavi arabanın üzerindeki kuşun ağzında lale var” şeklinde ezberlerseniz unutmak zorlaşır.
5.Bir diğer sebep de duygusal boyutun ihmal edilmesidir. Bir tiyatro sanatçısı rolünü öğrenirken heyecanları tekrar eder, böylece rolünü tam olarak uygular. Kelimeler ve heyecan beraber öğrenilirse kolay unutulmaz. Ayrıca merak dürtüsü de duygusal gücü arttırır.
6.Kesinlikle unutmamanız gereken bilgileri not edin. 1400 yıl önce Hz. Peygamber unutmamak için “Sağ elinizden yardım isteyin” demişti. Aldığınız notları zaman zaman tekrar ederseniz bilgiler kalıcı hafızanıza işlenir.  
7.Kötü hafızanın önemli bir sebebi de bilgilerin kullanılmamasıdır. Zihinsel uyarıcıların çok olduğu, bilgilerin tekrar edildiği bir beyinde unutkanlık olmaz. İnsan beyni “kullan ya da kaybet” kuralı ile çalışır.  
Çocuğunuz hangi zeka türüne sahip?
Çocuğunuzun özelliklerini düşünerek, her bir ifadenin yanına “yok”, “az” veya “çok fazla” yazın. Yok: 0 puan, az: 1 puan fazla: 2 puan,çok fazla: 3 puan Her zeka türünden elde ettiğiniz sonucu ayrı ayrı toplayın ve çocuğunuzda hangi zeka türünün ağırlık kazandığını aşağıdaki tablodan kontrol edin. Bu test, çocuğunuzu gözlemlemeye yardımcı olur.  
Sözel zeka 1.Okumayı, yazmayı sever. 2.Kelime oyunlarını sever. 3.Espri yapar, hikaye anlatır. 4.İsimleri kolay öğrenir, hatırlar. 5.Kelime hazinesi yaşına göre zengindir. 6.İsteklerini iyi ifade eder. 7.Çok konuşur.
Sayısal zeka 1.Her şeyi sorgular. 2.Aletlerin nasıl çalıştığını merak eder. 3.Hesap yapmayı sever. 4.Yap-bozları, mantık oyunlarını sever. 5.Sorun çözmeye meraklıdır. 6.Deney yapmaya heveslidir. 7.Sayıları kolay öğrenir ve hatırlar.
Görsel zeka 1.Yaşıtlarından daha hayalcidir. 2.Okurken kelimelerden çok resimleri öğrenir. 3.Sayfalarca resim çizer. 4.Sanatsal etkinliklerden zevk alır. 5.Boyamayı, çizmeyi zevkle yapar. 6.Motif çizme, örnek bulma konusunda çok başarılıdır. 7.Harita okumada çok başarılıdır. 8.Yol bulma ve yap-boz oyunlarını sever. 9.Görüntüleri, simaları kolay öğrenir ve hatırlar.
Bedensel zeka 1.Bir veya birden fazla sporda başarılıdır. 2.Uzun süre oturmaz, hareketlidir. 3.Amaca yönelik bir şeyler yapar. 4.Dans gibi eğlenceleri sever. 5.Yeni şeyleri ellemeye, dokunmaya heveslidir. 6.Konuşurken mimik ve jestlerini bol kullanır. 7.Sök-yap türü işlerden hoşlanır. 8.Hareketli şeyleri kolay öğrenir ve iyi hatırlar.
İşitsel zeka 1.Çevreden gelen seslere duyarlıdır. 2.Kolay şarkı öğrenir ve söyler. 3.Ritmik konuşur ve hareket eder. 4.Müziği iyi tanır. 5.Sesleri kolay öğrenir.   6.Koroya katılır, müzik aleti çalar. 7.Tempo tutmayı sever. 8.İnsanların seslerini kolay ayırır.
Sosyal zeka 1.Yaşıtları ile konuşmaktan zevk alır. 2.Lider gibi davranır. 3.Sorunu olanlara fikir verir. 4.Arkadaş ilişkilerinde toparlayıcıdır. 5.İş organize etmeyi sever. 6.Yakın arkadaşlarının sayısı çoktur. 7.Kendini savunmayı bilir.  
                                                                                                            Prof. Dr. Nevzat Tarhan